Atalarımız, “mekanın şerefi, mekanda oturanların şerefleri ile ölçülür” demektedirler. Yani, sadece içerisindeki cisimlere uzam olmaktan başka bir şey olmayan “mekan”, şeref sahibi değildir. Bir mekanı şereflendiren o mekanda oturan insanlardır. Örneğin İstanbul, bir coğrafi mekan olarak, kendi başına şerefli değildir. İstanbul’un şerefi, bu şehirde oturanların yaptıklarıyla doğru orantılıdır. Bunun gibi, zamanın kıymeti de söz konusu zamanda yaşayanların eylemleriyle ortaya çıkmaktadır. Aksi takdirde eşya ve olaylardan soyutlanmış bir zaman diliminin kendi başına bir kıymeti yoktur.
Aslında zamanı tanımlayanlar, onun tek başına bir hükmü olmadığını söylemekte ve “zaman hareketin çocuğudur” demektedirler. Hareket ise harekete kabiliyeti olan canlıların başlattığı bir eylemdir. Canlılar içerisinde kendi özgür iradesiyle hareket başlatan tek varlık, insandır. Bu anlamda zamanın kıymeti, onu ortaya çıkaran hareketin oluşturucusu olan insanla ve onun hareketinin niteliği ile doğru orantılıdır. Örneğin, 1453 yılının 29 Mayıs gününün, aynı yılın 28 Mayıs gününden farkı, bu günde Fatih Sultan Mehmet’in başında bulunduğu ordunun başlattığı fetih hareketidir.
365 gün süren yılın 12 aynından bir ayının herhangi bir gecesi olan, Ramazan ayının 27. Gecesinin kıymeti, bu gecede insanların en şereflisinin başlattığı harekettir. Bu hareket, irade sahibi bir insanın başlattığı, insanlığın özüne doğru harekettir. Miladi 610 yılının bir gecesinde başlayan bu hareketin hiç durmaması için Kadir gecesi her yıl tekrarlanmaktadır. Çünkü hareketin özü, sürekli olması, ölümü ise durmasıdır.
Kur’an, Kadir gecesini, “içerisinde Kur’an’ın indiği”, “bin aydan daha hayırlı olan”, “melekler ve ruhun, her türlü iş için Allah’ın izni ile yeryüzüne indiği”, “fecrine kadar barış ve huzur dolu olan” bir gece olarak anlatmaktadır.
Görülüyor ki, bu geceye kıymetini veren hareket, Hz. Peygamberin Allah’ın vahyi ile başlattığı, insanlığın ter temiz fıtratına inme hareketidir. Bu fıtrat, yaradılışında temiz olduğu halde dünyada kirlenerek derin bir karanlığa gömülen, fıtrattır. Bunu aslına döndürecek ışık, Kur’an’ın ışığıdır. Kitapta potansiyel olarak duran bu ışığı, kuvveden fiile geçirecek olan ise bu emaneti yüklenen insandır. Kadir gecesi böyle bir aydınlanmanın en mükemmel insan tarafından başlatıldığı gecedir.
Bu nedenle, insanlığın özünü aydınlatan hareket, başından sonuna kadar insanlık için oluşturulacak olan barış ve güvenlik hareketidir. Bu hareket sürerken, hareketi sürdüren erlerin yanında manevi bir yardımcı olarak, melekler ve ruh, sürekli bulunacaklardır.
Bu anlamda kadir gecesi, Hz. Peygamber’in Hira dağında başlattığı aydınlanma hareketinin, her yıl bireysel ve toplumsal planda yeniden tekrarlanmasıdır. Kadir gecesi bize, kendi nefisinizin zindanına doğru bir hareket başlatmamızı, önce kendi gecemizi aydınlatma hareketini başlatmamızı telkin etmektedir. Çünkü kendi gecesini aydınlatamayanlar, başkalarının karanlıklarına ışık olamazlar.
Hz. Peygamber’in bir model olarak bize bıraktığı bu hareket, bireyden topluma kadar herkesi kendi nefisinin zindanına indiren, aydınlatmayı en derin karanlığın hakim olduğu nefis zindanından başlatan harekettir. Dikkat edecek olursak, insanlar aydınlanma hareketlerini her zaman kendilerinden değil dışarından başlatırlar. Onların başlangıç noktası her zaman kendi dünyalarının dışındaki bir sorundur. Kendileri ise hiç sorunun parçası ya da nedeni değildirler. Dışarıdaki sorunu hallederek bütün dünyayı selamete çıkaracaklarını söylerler. Halbuki, dışarıdan başlayan aydınlanma hareketleri, her zaman hareketi başlatan nefislerin giderek azmanlaşması ve firavunlaşmasıyla sonuçlanmıştır. Bütün ideoloji ve sistemler, kendi nefislerine hakim olan karanlığı unutur da derslerini halka okuturlar. Nefislerinde kaybettiklerini dışarıda ararlar. Sonunda kendi nefislerinde büyüttükleri firavunlarla insanlığın istikbalini karatır, insanları karanlığı derin gecelerin dayanılmaz acılarına maruz bırakırlar.
Diyebiliriz ki, Kadir gecesinin kadir ve kıymeti buradadır. Bu gece hepimiz, günün her saatinde kirlenerek karanlığa gömülen, giderek firavunlaşan nefislerimizi aydınlatma, kendi gecemize ilahi vahyin ışığını tutma hareketini başlatmalıyız. Karanlığa teslim olmuş, direncini kaybetmiş irademizi, Hz. Peygamber örnekliğinde, ondan ilham alarak yeniden ortaya koymalıyız. Kesin bir şekilde niyet, düşünce, söz ve eylemelerimizi hak ölçüsüne göre oluşturacağımıza karar vermeliyiz. Bu kararla başlayacak hareket, kendi zamanını da doğuracaktır. Başta da söylediğimiz gibi, zaman hareketin çocuğudur. En kıymetli zamanlar, en kıymetli hareketlerin doğurduğu zamanlardır. Böyle hareketler, başından sonuna kadar, barış ve güvenliktir. Belki başlangıcı karanlıktır; ama sonu mutlaka aydınlık olacaktır. Fecrinde karanlık aydınlığı yenecektir.
Şunu da unutmamak gerekir ki, insanın nefsini aydınlatma hareketi hayatının bir noktasında başlayıp bir müddet sonra biten bir hareket değildir. Bu hareket, ömür boyu sürmesi gereken bir harekettir. Bu nedenle Kadir gecesinin zamanı kesin olarak belli değildir. Çünkü nefislerimiz sürekli olarak zindanlarını oluştururlar. Nefis, insanı sürekli gecenin karanlığına gömer. İnsan, iradesini ortaya koyarak, farkına vardığı ve keşfettiği her gece için aydınlatma hareketini sürdürmelidir. Çünkü hareketi öldüren durmaktır. Necip Fazıl’ın dediği gibi, sürekli akan ve doğası akış olan Sakarya medeniyetinin ölümü havuzlarda durması ve hareketini kaybetmesidir. İnsanın tabutu ise yataktır. Kadir gecesi bize, “Ey yatağına bürünüp yatan! Ayağı kalk ” ve gecelerini aydınlatma hareketini başlat, diye haykırmaktadır.
Müslümanlar olarak, Ramazan ayındaki Kadir gecesini, Hz. Peygamberin başlattığı model hareket olarak bilmeliyiz. Bunun ötesinde, Kadir gecesini şu ayda bu ayda değil bütün bir ömrümüzde aramalıyız. Bu gece bizdedir: biz de onun içindeyiz. Bu nedenle Kadir gecesini kendi içimizde aramalıyız, kendi hareketimiz başlatmalıyız ki kendi zamanımızın çocuğu olan Kadir gecemiz ortaya çıksın.
Hasan AYIK