İnsanın, diyalektik ilişki içerisinde olan iki temel niteliğinden biri “unutmak” diğeri “hatırlamak”tır. Bir yönü ile unutmak, varoluşumuzu beslerken diğer yönü ile bizi varoluş kaynağımızdan kesmektedir. Örneğin insan, gündelik üzüntü gam ve kederlerini, derin acılarını, aldanma ve ihanetleri unutarak hayata tutunmaktadır. Çok sevdiği yakınını, bütün maddî varlığını kaybeden, dostlarının yalan ve hilelerine maruz kalan insanlar bunları unutarak hayata tutunurlar. İnsan, korkuyu, açlığı, mal ve can kaybını unutmak, bunları bir şekilde makul hale getirerek kabullenmek durumundadır. Bu kabullenme insanı hayatın akışına tekrar bırakmakta ve hayat ırmağına daldırmaktadır. İşte asıl unutma bundan sonra başlamaktadır ki, bu unutma insanın Allah’ı unutmasıdır. Nitekim Allah, Haşr suresi 19. ayette, bu konuda bizi uyararak şöyle demektedir: “Allah’ı unuttuklarından dolayı, Allah’ın da onlara kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar gerçekten sapmış kimselerdir.” İşte insanı varoluş kaynağından kesen en temel unutma budur. Bu unutma ile insan önce Allah’ı unutur, zikirden kesilir sonra da kendi nefsi ona unutturulur. İnsana nefsinin unutturulması, onun en temel hatırlaması olan “Allah’ı hatırlamaktan” yani “zikir”den kesilmesidir.
Allah’ı hatırlamak ya da zikir, insanın nefsine de temel oluşturan fıtratı ile doğrudan ilişkili bir durumdur. Çünkü yaradılışında temiz olan fıtrat, nefsin Allah’ı unutmasıyla kirlenmeye başlar ki, nefsin oluşturduğu kir, hem fıtratın temizliğini hem de nefsin safiyetini örtmektedir. Bu örtü kalınlaştıkça, insan doğuştan getirdiği temiz fıtrattan uzaklaştığı gibi Allah’tan da uzaklaşmaktadır. En güzel isimleriyle insan ruhuna” iyi”nin ontolojik temelini gösteren Allah, zikirle bu kaynaktan beslenmeyi sürekli hale getirmektedir. Bu anlamda insanın en temel ruh terbiyesi Allah’ın en güzel isimlerini sürekli hatırlaması, onların anlamlarının ruhunda diri tutmasıdır. Çünkü ruhlar, yaradılıştaki safiyeti ancak bu zikirle bularak tatmin olurlar. (Ra’d, 28)
İnsanı dünyadaki varoluşun en temel unsuru, onun davranışlarına rengini veren ahlaktır. Bu anlamda insan, dünyadaki bütün davranışlarını belli bir ahlak formunda ortaya koymaktadır. İnsan ahlakının temelini oluşturan eylemler, onun fıtratına yerleştirdiği tabiatın sürüklemesiyle oluşmakta, söz konusu tabiatın mahiyetine göre nitelik kazanmaktadır. İnsan bu tabiatı, nefsinin safiyetini ve fıtratının temizliğini örten bir “kötü tabiat” ise insani nefis “iyi”nin kaynağından kesileceği için “kötü”nün de ne olduğunu bilememektedir. Çünkü “kötü”, insan davranışının özsel temelini oluşturan “iyi” ölçütü ile ortaya çıkabilmektedir. Gazali’nin ahlak tasavvuru açısından bakacak olursak diyebiliriz ki, “kötü”nün ontolojik zemini yoktur. “Kötü” ancak “iyi”nin ölçütü ile ortaya çıkmaktadır. “İyi”nin ne olduğunu bilmeyen, “iyi”nin kriterini şaşıran nefis, kötünün de ne olduğunu bilmeyeceği için ahlaken sapkınlığa düşmekte, “iyi” olana kötü, “kötü” olana iyi diyebilmektedir.
Aslında bu sapkınlık, insanı “iyi”nin mutlak kaynağı olan Allah’tan uzaklaştıran “unutma” ile doğru orantılıdır. Zikir ya da hatırlama ise insanın mutlak “iyi” olan Allah’a bağlayan varoluşsal bir eylemdir. Bu eylemi muğlaklıktan kurtaran ise zikirle hatırlayacağımız şeyin ne olduğunu bilmektir. Yine meseleye Gazali’nin ahlak tasavvuru açısından bakacak olursak diyebiliriz ki, zikirle hatırlanması gereken, güzel ahlakın temelini oluşturan “Esmaü’l Hüsna”dır. Allah’ı bize en güzel nitelikleriyle tanıtan “En Güzel İsimler”, aynı zamanda “Güzel Ahlak”ın da temelini oluşturmaktadır. Örneğin insan Allah’ın “Rahman” ismiyle evrensel merhamet, “Adil” ismi ile evrensel adaleti tanımaktadır. Evrensel merhamet ve evrensel adaleti hatırda tutmak, “zulüm” ve “merhametsizliği” insana öğreten en önemli kıstastır. Bu kıstası bilmeyen insan “zulüm” olan davranışlarına adil davranış, “merhametsiz” davranışlarına merhamet diyebilir. Bu nedenle Kur’an bize der ki, “O insanlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir?” (Al-i İmran 135) Buradaki Allah’ı hatırlamak, insana hem kötülüğünün farkına varmasını hem de nefsini örten kötülüğü ortadan kaldıracak kaynağı göstermektedir. Bu ise sadece lafzî kalıplarla Allah’ın isimlerini telaffuz etmek değil, onarın taşıdığı en güzel ahlaki anlamları birer davranış modeli olarak bilmekle olmaktadır.
Doç. Dr. Hasan AYIK