Hepimiz biliriz Fil Vakasını. Peygamber Efendimizin doğumundan önce Ebrehe Kâbe’yi yıkmak için fil ordusu ile gelir. Bu esnada askerleri Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib'in develerini gasp ederler. Abdulmuttalip Ebrehe’den develerini istemek için gider. Ebrehe hemen kabul eder. Abdulmuttalip Ebrehe’den develerini ister. Ebrehe şaşırır. Mekke'nin Emir'i Kâbe’yi yıkamaması için kendisine yalvaracağını, yakaracağını zanneder. Ama, Kâbe’yi yıkmaması için yalvarmanın yerine kendi develerini istemektedir. Şöyle der: “Yazıklar olsun sana. Koskoca Mekke'nin emirisin benden Kâbe'yi yıkmamamı istemiyorsun, yalvarmıyorsun da kendi develerin derdine düşüyorsun. Abdülmuttalip Ebrehe'nin karşısında dimdik durur inancı vardır. İmanı vardır. Bu inançla ve dimdik vakurla “Kabe’nin sahibi Allah'tır elbet onu koruyacaktır. Develer benim. Develerimin kurtulması için buraya geldim.” Der. Ebrehe bu inanç ve bu duruş karşısında Abdülmuttalib'e bir şey yapamaz. Fırsat tam ayağına gelmiştir. Mekke'nin Emir'i kendi eliyle tıpış tıpış gelmiştir. Onu yakalayıp hapsedebilir veya öldürebilir ya da ona zulümlerle Kâbe’yi kendisine teslim etmesini isteyebilirdi. Ama, Abdulmutttalib’in vakarlı duruşu karşısında kendisinin gücü, gururu bir anda tükenir. Adamlarına develerini verin der. Abdulmuttalib’i güzellikle bir emire yakışır şekilde uğurlar.
Abdulmuttalib develerini aldıktan sonra evine gidip keyfine bakmamıştır. Bilakis büyük bir sorumluluk içinde Ebrehe’nin yerine Kabe’nin sahibi Allah’a yalvarmıştır, yakarmıştır. O gece rahat uyumamıştır. Neticeyi hepimiz biliyoruz. Ebabil kuşlarıyla fil ordusu darmadağın olmuş Ebrehe de helak olmuştur. Abdulmuttalib’in Allah’a sonsuz güveni, düşmanına karşı vakur duruşu ve Kabe’nin mesuliyetiyle yaptığı dua ile Allah yardımını göndermiştir.
Şu an sadece ülkemizde değil bütün dünyanın gündemi, Filistin'de yaşanan katliam, zulüm ve daha adı konulmamış ölüm bulunmamaktadır. Filistin halkının böyle büyük bir zulüm altında çaresizce çırpınmasının en büyük sebebi topraklarında Kudüs, Mescid-i Aksa'nın olmasındandır. İsrailli Yahudiler Kudüs'ü Mescid-i Aksa'yı ele geçirip Süleyman mabedini tekrar inşa etmek için bütün Filistin’i yok edip bir fert kalmayıncaya kadar zulümlerini, bombardımanlarını devam ettirecekler ve nihayetinde Filistin'de canlı olan bir ağaç dahi kalmayınca Kudüs'ü Mescid-i Aksa'yı işgal edecek ve Hz. Süleyman'ın mabedinin inşa edecek. Oradan da bütün dünyaya zulümlerini, hegemonyasını daha da artırarak sürdürecektir.
Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız. “Hiçbir zaman zulüm ebedi olarak kalmaz.” bunu hepimiz biliyoruz. Elbet, İsrail'in bu zulümleri bir gün sona erecektir. Bundan emininiz, şüphemiz yok. Çünkü Allah'ın vaadi böyledir. Bu zulüm karşısında elbet duyarsız ve tepkisiz kalmayacağız. Filistinli kardeşlerimizin yanında olduğumuzu her platformda, her yerde ve her zaman belirteceğiz. Fakat sadece mitingler, sloganlar ya da sosyal medyada bir şeyler yazıp paylaşmakla Filistinli kardeşlerimizin yanında olduğumuzu göstermek yetmez.
Filistinli kardeşlerimizi İsrail'in bu asrın en büyük katliamından kurtarmak için ilk önce kendimizi kurtarmamız gerek. Biz kendimizi neden ve niçin kurtaracağız? İnsanın en büyük düşmanı olan için için kendisini yiyip bitiren, güçsüzleştiren rehavetten kendimizi kurtarmamız gerekir.
Sosyal medyada olsun sokakta olsun mitinglerde olsun “Kahrolsun İsrail.” sloganlarıyla Filistinli kardeşlerimize karşı görevimizi yaptığımızı zannedip şaşalı, rahat, keyifli hayatımıza devam ediyoruz. Onların yaşadıkları durumu hiç empati etmeden, acılarını yüreğimizde hissetmeden, kalplerimizde onların ruh haline cız etmeden evlerimizde rahat rahat yiyip içip keyfediyoruz. Hangi birimiz Filistinli kardeşlerimizi düşünerek bir öğünü atladık. Hadi bir öğünü geçtim yemeğimizde sadece bir çorba veya bir kuru ekmek yiyebildik mi?
Bişr-i Hafi Hazretleri kışın evinde hırkasını çıkartıp soğukta tir tir titriyormuş. Bu halde Allah’a şöyle niyaz ediyormuş: “Rabbim şu an soğukta evsiz olanlar, bir yakacakları olmayanlar üşüyorlar. Ben onlara yardım edemiyorum. Hiç değilse ben de şu hırkamı çıkarak onlar gibi üşüyerek onların acılarını hissederek huzuruna öyle gelmek istiyorum ve bu sorumluluktan kurtulmak istiyorum.”
İşte biz de Bişr-i Hafi gibi Filistinli kardeşlerinize empati yaparak onların yaşadıkları o acıları, sızıları hissedebiliyor muyuz? Onlar gibi zulüm altında, onlar gibi bombardıman altında değiliz hiç değilse bir öğün ya da öğünde bir yemek çeşidi yiyebilirsek evimizde akşam şöyle bir 5-10 dakika ışıkları kapatıp Filistinlilerin karanlıkta nasıl yaşadıklarını düşünerek “Ya Rab! Ben de evimde bütün ışıkları kapattım Filistinli kardeşlerimizin haline büründüm.” diyelim.
Kendisi tutsak olan başka tutsakları kurtaramaz. Biz rehavetin, rahatlığın, gevşekliğin, bencilliğin tutsağı olmuşuz. İlk önce kendimizi rehavetten kurtarıp Allah’a karşı kulluk vazifelerimizi görevlerimizi ve sorumluluklarımızı yerine getirelim.
Abdulmuttalib'in Kâbe için derinden sorumluluk duygusuyla Allah’a dua ederek vazifesini en güzel şekilde yaptığı gibi başta dualarımız, 100 ihlaslarımız ve samimi kulluk vazifelerimizi yerine getirerek kendimizi dünyaya bizi bağlayan tüm ağlardan kendimizi kurtaralım. Böylece Filistin Allah'ın izniyle, inayetiyle, yardımıyla çok kısa zamanda kurtulur kurtulacaktır da.
Mesut AKDAĞ