Her zaman söylediğimiz, adeta dilimizden düşürmediğimiz bir söz vardır: “Hz. Adem’den beri Hak- Batıl mücadelesi devam etmektedir”. Söylediğimiz bu sözün tarihte işaret ettiği ilk olay, Hz. Adem’in oğlu Habil il Kabil arasındaki, bilinen mücadeledir.
Bilindiği gibi, bir deneme amacıyla Hz. Adem’in iki oğlu Habil ile Kabil’den Allah için kurban sunmaları istenmiştir. Bencil, çıkarcı ve cimri olan Kabil cılız bir buğday başağını, Habil ise semiz bir hayvanı kurban etmiş; Kabil’in kurbanı kabul olmamış, Habil’in kurbanı kabul olmuştur. Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kardeşi Habil’e “yemin ederim ki, seni öldüreceğim” demiştir. Bu çıkışıyla Allah’a isyan eden, kardeşi Habil’e de haksızlık ve zulüm yapmaya kalkışan Kabil, Batılın ilk temsilcisi olmuştur. Habil ise kardeşi Kabil’e şöyle demiştir: “Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi uzatmam, çünkü ben, Alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Ben, hem benim hem de kendinin günahını yüklenip cehennemliklerden olmanı isterim, zulmedenlerin cezası budur". Bunun üzerine Kabil, nefsine uyarak kardeşini öldürdü ve zarara uğrayanlardan oldu. Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, Kabil’e yeri eşeleyen bir karga gönderdi. Karganın yaptıklarını görerek ne yapması gerektiğini anlayan Kabil, "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar bile olamadım " dedi ve vicdan azabı ile kıvrandı. (Maide Suresi, 27- 31)
İşte bu olay hakkı temsil eden Habil ile Batılı temsil eden Kabil arasındaki ilk mücadeledir. Habil, Hakkı temsil eden birisi olarak, Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile davranmış, hakkına razı olmuş, bir yanlışlık yaparak nefsine uyan kardeşinin günahını yüklenmemiş ve kardeşine elini kaldırmamıştır. Buna karşılık Kabil, hakkına razı olmamış, insan olma sorumluluğunu unutmuş, kardeşini öldürmüş ve yaptığı iş karşısında aciz kalarak vicdan azabı çekmiştir.
İnsanlık tarihindeki bütün peygamberlerin Batılla olan mücadeleleri bizim için bir örnektir. Her peygamber, içerisinde bulunduğu şartlarda, Hak adına mücadele etmenin Hakka uygun yolunu bulmuştur. Bu anlamda Habil’le Kabil’in mücadelesi yanında Hz. İbrahim’in, Hz. Yusuf’un, Hz. Eyyub’un, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve nihayet Hz. Muhammet’in mücadeleleri, bulundukları şartlar çerçevesinde ortaya konulmuş Hak mücadelesidir. Hakkı temsil edenlerin “bulundukları şartlara göre geliştirdikleri” mücadele modelleriyle, Batılın “bulundukları şartlara göre geliştirdikleri” mücadeleler arasındaki fark, “evrensel ahlaki tavırdır”. Hakkın temsilcileri içerisine bulundukları şarlar çerçevesinde, insandan hayvana, bitki ve cansız varlıklara kadar, ne varsa hepsinin hakkını koruyacak bir mücadele modeli ortaya koyarken, Batılın temsilcileri sadece kendi çıkarlarını koruyacak mücadele yöntemleri geliştirmişlerdir. Çünkü Batılın ahlakı yoktur; olsa bile evrensel değil, kendi çıkarlarıyla sınırlı bir ahlak anlayışıdır.
Hak ile Batıl arasındaki farkı iyice anlamak için bu kelimelerin sözlük anlamlarına bir göz atalım. Sözlükte Hak, gerçek doğruluk, sağlamlık, mülkiyet, münasip durum, aslına uygun, makul ve doğru anlamlarına gelmektedir. Batıl ise geçersiz olmak, eskimek, hükmü kalmamak, durmak ve yarıda kesilmek anlamlarına gelmektedir. O halde hak üzere olanlar ahlaki zeminde doğru söyleyen, sağlam ve sahih bir duruş sergileyen, her şeyde işin aslına uygun davranan, makul insanlar olmak durumundalar. Batıl üzere olanlar ise hak üzere hükmü olmayan, yani yargıları batıl olan, insanlığın yararına işlevi kalmamış geçersiz işler yapan, varlığın, eşya ve olayların doğruluk/hak üzere akışını kesen ve böylece hayatın mecrasındaki akışını durdurmaya kalkışarak fesat çıkaran kimselerdir.
Bu tanımdan hareketle diyebiliriz ki, Hakkı temsi edenler düşünce, söz ve davranış olarak doğru olmak durumundadır. Düşüncede doğruluk hak üzere düşünmeyi, sözde doğruluk yalan söylememeyi, davranışta doğruluk halk deyimiyle yamuk davranmamayı, olaylar karşısında sağlam bir duruş sergilemeyi gerektirmektedir. Batılı temsil edenlerse ise ahlakı paranteze aldıkları için ne düşüncede ne sözde ne de davranışta doğru olmak durumunda değildir. Çünkü değerleri paranteze alarak ahlak zeminini tahrip edenlerin hiçbir Batılın ahlaki ilkesi olmaz. Böyleleri her şeyi çıkarları doğrultusunda yapar, bu uğurda yalan söyler, karşı çıkanı ezer ve hedefe ulaşmak için her yolu denerler.
İnsanlığın başlangıcında meydana gelen Habil- Kabil mücadelesinde, Hakkı temsil eden Habil’in özünde ve davranışında doğru ve haklı, Batılı temsil eden Kabil’in ise bencil, cimri ve haksız olduğu ortaya çıkınca, haksız olan Kabil, haklı olan Habil’i hemen fiziki çatışma ortamına çekmek istemiştir. Çünkü söyleyecek hak sözü olmayanlar için tek seçenek şiddete başvurmaktır. Batılı temsil eden Kabil, fiziki çatışma ortamında Hakkı temsil eden Habil’i yeneceğini ve böylece istediğini elde edeceğini zannetmektedir. Bu anlamda fiziki çatışma, Batılın hakka kurduğu ilk tuzaktır. Batılın temsilcileri, Hakkı temsil edenlerin duygularına kapılarak hemen bu tuzağa düşeceklerini zannederler. Halbuki, Hakkı temsil edenler derslerini Batılı temsil edenlerden değil bizzat Hak’tan alırlar. Batılı temsil edenler ayrıca, her zaman fiziki güçlerine güvenir; “gücün onu ebedileştireceğini zannederler.” (Hümeze, 3)
Hakkı temsil eden Habil, önce Allah adına en değerli malını verebilmişken, Batılı temsil eden Kabil, Allah için en değersiz olanı vermiştir. Bu anlamda insanlığın ilk sınavı, kendisi için değerli olan şeyi başkasına verebilme durumudur. İslam’da Allah hakkı insan hakkı demektir. Allah’ın hakkını veren insanların hakkını verebilendir. Hakkı temsil edenler, önce başkaları için değerli şeylerini feda edebilmelidir. Bunu yapamayanlar, insanlık için mücadele edemez; insanlık adına konuşamaz. Batıl temsil eden Kabil ise Allah’a en değersiz şeyi sunduğu için cimri ve bencildir. Allah’a karşı bencil olan insanlara karşı da bencildir. Sadece kendi çıkarlarını düşünen benciller, insanlık adına konuşamaz, mücadele edemezler. Eğer yaptıklarının insanlık adına olduğunu söylüyorlarsa bilmeliyiz ki, yalan söylüyor ve insanlığı aldatıyorlar.
Dikkat edelim, tarih boyunca her ideoloji insanlığı kurtarma adına ortaya çıkmış, ancak iktidara geldiklerinde kendi ideologlarını putlaştırmış, onları doyurmuş ve onları memnun etmiştir. Çünkü onlar insanlığa en ufak bir şey dahi veremeyecek kadar cimri ve bencildirler. Kur’an’ın ifadesiyle, Batılın yolunda yürüyenler “belki kendilerine yardımı dokunur diye Allah’ı bırakıp bir takım putları ilah edindiler. Fakat taptıkları putların onlara bir faydası olmadığı gibi, onlar taptıkları ilahların hazır askerleri oldular. Çünkü ilahlar yardım edemezler. (Yasin, 74, 75)
Batılı temsil eden Kabil’in bir özelliği de hakkına razı olmamasıdır. Kabiller, ben merkezli düşündükleri için her şeyin kendilerine ait olduğunu vehmederler. Batlı temsil edenler, kendilerinin efendi diğerlerinin köle olduğunu zannederler. Bu nedenle hiçbir zaman haklarına razı olmaz, yenilgiyi kabul etmezler. Yenilgileri sonucunda kaybettiklerini zorla almaya kalkışırlar. Bu nedenle Batılı temsil eden Kabil Allah’a karşı verdiği sınavı kaybedince hakkına razı olmamış, kardeşi Habil’in elde ettiği üstünlüğü fiziki kuvvetle elde etmeye kalkışmıştır.
Kabilin zorba tutumu, tarihteki bütün Kabillerin tutumudur. Günümüz Kabilleri bu tutumu, biyolojik canlı cinsine hakim bir ilke haline getirmiş “büyük balık küçük balığı yutar” diyerek zorbalığı meşrulaştırmışlardır.
Hakkı temsil eden Habil’in bir özelliği de Allah’tan korkması ve O’na karşı derin bir sorumluluk bilinci taşımasıdır. Habil’in bu durumuna karşılık Batılı temsil eden Kabil ise Allah’tan korkamamakta ve O’na karşı herhangi bir sorumluluk duygusu da taşımamaktadır. Şunu bilmeliyiz ki, Allah’tan korkmak, herhangi bir zorba otoriteden korkmak gibi değildir. Allah’tan korkmak O’nun sevgisini kaybetme ve O’na karşı yanlışlık yapma korkusudur. Bu korku, zalim bir hükümdar karşısında korkudan titreyen zavallıların korkusuna benzemez. Allah korkusu, varlığı engin merhametiyle var eden, ayrım yapmadan varlık adına ne varsa her şeyin varlığını sürdüren, bütün eşyaya merhametiyle muamele deden, kendisine bir adım gelene on adım giden, gerçek ilaha karşı hürmet ve muhabbetten kaynaklanan derin bir sevginin ifadesidir. Bu korku, evrensel sorumluluk bilincini de doğurmakta, insan Allah’ın var ettiği her şeye rahmet nazarıyla bakmakta, onlara karşı sorumluluk duygusu hissetmektedir.
Batılı temsil eden Kabiller, Allah’tan korkmadıkları için böylesi bir evrensel sorumluluk bilincinden de mahrumdurlar. Kabillerin sorumluluğu kendi çıkarlarının sınırlarıyla örtüşmektedir. Hakkı temsil eden Habillerin sorumluluğu ise bütün varlığı kuşatmaktadır. Bu nedenle Habillerin mücadelesi yıkıcı değil yapıcıdır. Habiller de savaşır, ancak onlar, savaş esnasında sadece insanların değil yeni filizlenmiş ottan yuvasında yatan hayvana kadar her şeyin hakkını ve hukukunu korumak durumundadırlar. Kabiller ise sadece kendi çıkarlarının olduğu alandan sorumlu oldukları için savaşları acımasız, vahşi ve yıkıcıdır. Dikkat edelim, modern Kabiller, Ortadoğu’da yer altı kaynaklarını korurken sürekli insan öldürmektedirler. Onlar, kendilerine para kazandırdığı için petrole insandan çok daha fazla değer vermektedirler.
Batılı temsil eden Kabil’in bir özelliği de zillet içerisinde olmasıdır. Acizlik anlamına da gelen zillet, izzetli olmanın zıddıdır. Zillette olan ahlaki açıdan düşük, davranışları ham, olaylar karşısında acizdir. İzzetli olan ise ahlaki açıdan yüce, davranışları olgun, olaylar karşısında metindir. İzzet sahibi olan Habil, zillet içerisinde olan Kabil’e karşı ahlaki tavrını ortaya koymuş, onun ham davranışı karşısında elini kaldırmamış, kendisine yapılan haksızlık karşısında metin/ sağlam bir duruş sergilemiştir.
Kabil sabırsızdır; yaramaz bir çocuk gibi her şeyin acil bir şekilde elinde olmasını ister. İstediğini alamadığı zaman ortalığı birbirine karıştırır. Habil ise sabırlıdır. Mücadelede karşılaştığı her türlü yalan, hile ve zorbalık karşısında sabreder. Sabır Habil’i olgunlaştırıp izzetini artırırken, sabırsızlık Kabil’i iyice basitleştirir. Çünkü sabırsızlığın ortaya çıkardığı acelecilik, ham davranışları tetikler. Ham davranışlar ise sahibini giderek bayağılaştırır. Bu nedenle Habil’in mücadelesi onu olgunlaştırıp, noksanlıklarını giderirken Kabil’in mücadelesi onu giderek hırçın, saldırgan ve zalim yapmaktadır.
Hak ile Batıl arasındaki mücadelede Hakkın temsilcisi olan Habil’i örnek almanın gerekliliğini Peygamberimiz, Sa’d İbn-i Ebi Vakkas ve Ebu Zer’in şahsında bütün Müslümanlar şu şekilde bildirmiştir: “Fitne ortalığı kapladığı zaman, Adem’in oğlu Habil gibi olun”.
Yaşadığımız dünyada, “öldürmekten daha kötü olan fitne” bütün evreni sarmış, insan bozulmuş, ruhlar kirletilmiş, zihinler bulandırılmış, sevgi ve merhametin dili susmuş, şiddet azmanlaşmış, insan sadece insanın değil içerisinde yuvalandığı evrenin bile kurdu olmuştur. Bu fitnenin oluşturduğu betonlaşmış kalpleri eritecek tek tavır, Habil’in tavrıdır.
Doç. Dr. Hasan AYIK