PEYGAMBER (SAV) EFENDİMİZİN HİCRETİ
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (sav) den önceki dönemlerde de Peygamberlerin ve onlara inanan insanların kafirlerce hicret etmeye zorlandıklarından ve bunların inançları uğrunda yurtlarını bırakıp başka yerlere gittiklerinden bahseder. Hz. İbrahim (as), kavminin kendisini ateşe atma teşebbüsünün ardından, “Doğrusu ben Rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum” demiş,[1] ve önce Filistin’e, ardından Mısır’a göç edip daha sonra Ken’an diyarına yerleşmişti.
Hz. İbrahim (as) ile birlikte Filistin’e kadar bu hicrete katılan Hz. Lut (as), Peygamberlik görevini yaparken, kafirlerin azgınlık ve ahlaksızlıkları karşısında Cenab-ı Hak’tan aldığı emirle bir gece vakti inananlarla birlikte yurdundan çıkmış, arkasına dönüp bakmadan gitmesi istenilen yere gitmişti.[2]
Hz. Şuayb (as)’a kavimin ileri gelen kibirlileri, “Ey Şuayb! Kesinlile seni ve seninle beraber iman edenleri memleketimizden çıkaracağız; yahut dinimize döneceksiniz” demişler [3] onu ve müminleri hicrete zorlamışlardı.
Hz. Musa (as), Allah’ın emriyle geceleyin Mısır’dan yola çıkardığı İsrailoğulları’nı göç ettirmeyi başarmış, peşlerine düşen Firavun ve ordusu ise Kızıl denizde boğulmuştu.[4]
Bu gibi ayetlere dayanarak hicretin bütün Peygamberlerin hayatında yer aldığı söylenebilir. Kafirlerden görülen eziyet ve baskılar, hak dini tebliğ imkanının ortadan kalkmış olması onları hicret etmek zorunda bırakmıştır. Nitekim İbrahim suresinde Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin kıssaları anlatılırken kafirlerin Peygamberlerine, “Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız ya da mutlaka dinimize döneceksiniz” dedikleri bildirilerek Rablerinin bu Peygamberlere, “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz” diye vaatte bulunduğu belirtilir. [5]
Kitab-ı Mukaddes’te de Hz. İbrahim’in ve Hz. Lut’un hicretleri ile Hz. Musa’nın İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarışı hikaye edilmektedir. [6]
Peygamber (sav) Efendimizin hicreti ile ilgili Kur’an-ı Kerim’ de şöyle buyuruluyor:
“(Ey Resulum) yakında seni bu Mekke’den çıkarmak için muhakkak ki, seni rahatsız edecekler ve o takdirde kendileri de arkalarından pek az kalacaklar (helak olacaklardır).” [7]
Kur’an-ı Kerim’in bu haberi bir mucize olarak az bir zaman sonra tahakkuk etmiştir. Resul-i Ekrem Medine’ye hicret etmiş, Kureyş’in azılı müşrikleri Bedir savaşında helak olmuş ve Mekke de İslam ordusu tarafından fethedilmiştir.[8]
“Hani bir zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri, yahut seni (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyor(lar)dı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.” [9]
Müslümanların Mekke’den hicrete başlamaları, Medinelilerin İslamiyet’i kabul etmeleri, İslamiyet’in Medine’de güçlenmeye başlaması Kureyş müşriklerini telaşa düşürdü. Hz. Muhammed’in de bir gün oraya giderek ashabıyla birlikte kendilerine karşı bir tehlike oluşturacağından endişe ediyorlardı. Buna bir tedbir almak üzere Darün Nedve’de toplandılar. Tartışacakları konu son derece önemli olduğundan Ebu Leheb dışında Haşimoğulları’ndan hiç kimseyi çağırmadıkları gibi güvenmedikleri kimseleri de içeri sokmadılar.[10]
İbn-i Abbas’ın bildirdiğine göre: “Ebul Bühteri, Hişam b. Amr, Abu Cehil… gibi müşrikler Darun Nedve’de toplanarak, Resul-i Ekrem hakkında nasıl muamele yapacaklarına dair müşavereye başladılar. İblis (şeytan)da Necid ahalisinden ihtiyar bir şahsı temessül ederek bu cemiyete katılmıştı. Burada herkes görüşünü beyan etmeye başladı. Ayette zikredilen birinci fikir Ebül Bühteri’nindir. O : “Bence Muhammet bağlanıp her tarafı kapalı bir yere hapsedilmelidir ve yalnız bir delikten yiyeceği, içeceği verilmedir. Ölünceye kadar orada bırakılmalıdır” demişti. İhtiyar Necdi (şeytan) itiraz ederek; “Onu hapsederseniz onun kavmi gelir, sizinle savaşır, onu kurtarırlar” demişti.
İkinci fikir Ebu Cehil’indir. O da: “Her kabileden seçilecek birer genç tarafından bir hamlede öldürülmelidir. Bu suretle kanı bütün Kureyş soylarına dağılmalıdır. Ta ki Haşim oğulları bütün Kureyşe karşı kan davasında bulunmasınlar” demiştir. Ayette hikaye buyrulan üçüncü görüş de Hişam b. Amr’indir. O da: “Bence Muhammet bir deveye yüklenerek Mekke hududu haricine çıkarılmalıdır.” Demişti. İhtiyar Necdi (şeytan) bu görüşe de itiraz etmiştir. Ebu Cehil’in teklifi kabul edilerek tatbikata geçilmiş ve hane-i saadet, seçilmiş Kureyş canileri tarafından kuşatılmıştır.
Müşriklerin bu suikast kararı üzerine Cibril (as) gelmiş, Peygamber (sav)’e: “Bu gece, yattığın yatağına yatmayacaksın” demiş ve Hicret emrini Peygambere bildirmişti. O gece Kureyş canileri Resulullah (sav)’in kapısı önünde toplanarak suikast için uyuyacağı zamanı bekliyorlardı. Resulullah (sav), Ali b. Ebi Talib’e: “Haydi benim yatağıma sen yat” buyurdu. Sonra elinde bir avuç ince kum alarak canilerin başlarına saçarken, Yasin suresi 1-9. Ayetlerini okudu. Kureyş canileri o anda derin bir uykuya daldılar ve Resulullah (sav) aralarından geçerek, hicret için Hz. Ebu Bekir ile yola çıktı. Sabah olunca caniler Resulullah’ın yatağına hücum ettiler. Fakat yatakta Hz. Ali’yi görünce hayret içinde şaşırıp kaldılar.[11]
“Eğer siz ona (resulüme) yardım etmezseniz (hatırlayın o demleri ki) kafirler onu (Mekke’den) çıkardıkları (hicretine sebep oldukları) zaman bizzat Allah ona yardım etmişti. (yine de o, nusretini esirgemez. O demler öyle demlerdir ki Resulullah ancak) ikinin ikincisinden ibaretti. (hakdan başka mededkarı yoktu). O zaman onlar (“Sevr” dağının tepesindeki) mağaradaydılar. Peygamber, o vakit arkadaşına (Ebu Bekir-ıs Sıddıka): “Tasalanma, Allah hiç şüphe yok, bizimle beraberdir” diyordu. Allah o (arkadaşının) üzerine (kalbine) sekinetini (kuvve-i ma’neviyyesini) indirmiş, onu (Habibini) görmediğiniz (ma’nevi) ordularla teyid etmiş, kafirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmıştı. Allah’ın kelimesi (tevhid kelimesi) ise, o çok yücedir. Allah mutlak galiptir…”[12]
Hz. Aişe (ra) dan rivayet edilmiştir, “Nebi (sav) Müslümanlara: “Ey Müslümanlar! Sizin hicret edeceğiniz şehir iki kara taşlık arasında hurmalıkları mühtevi bulunduğu bana gösterildi” diye Ashabını Medine’ye hicrete teşvik etti. Bunun üzerine Müslümanlar fevc fevc Medine’ye hicret ettiler. Hz. Ebu Bekir de Medine’ye hicrete hazırlanmıştı. Fakat Resullullah (sav): “Sabret, bana da (hicret için Allah’ın) izni vermesini umarım” buyurdu. Ebu Bedkir’de: “Ya Resulullah, babam, anam sana kurban olsun! Böyle bir müsaade verilmesini umar mısın?” Diye sordu. Resullullah (sav): “Evet umarım” diye tasdik etti. Bu cihetle Ebu Bekir (ra) de Resulullah (sav)’a hicrette refakat etmek üzere hemen hareket etmekten vaz geçti. En kuvvetli iki devesini bu iş için besledi..
Hz. Aişe (ra) diyor ki: “Resulullah sav) in bize gelmesi alışık olmayan bir saatte (öğle vakti) evimize geldi.(Gündüzün iki tarafından birinde, ya sabah ya akşam gelmek adetiydi) İzin isteyip eve girdi. Hz. Ebu Bekir’in divanı ona verildi. Evde babam ben ve kız kardeşim Esma’dan başka kimse yoktu. Resulullah (sav), babam Ebu Bekir’e: “Yanındakileri dışarı çıkart!” deyince, Babam: “Ey Allah’ın Resulu! onlar benim kızlarım!” (Onlar senin ehlindir) deyince, Peygamber (sav) Efendimiz:
“Ey Ebu Bekir ! Muhakkak Allah bana, Mekke’den çıkmak ve Medine’ye hicret etmem için izin vermiştir” dedi. Ebu Bekir (ra) da: “Anam babam sana kurban olsun, ben de sohbetinizde ve mahiyetinizde bulunmak isterim” dedi.
Resulullah (sav): “Evet, sen de arzu ettiğin gibi mahiyetimdesin” buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir (ra): “Ya Resulellah ! Şu iki binit devesinden birini sen al” dedi. Peygamber (sav) Efendimiz: “Ancak bedeli ile alabilirim” buyurdu. Ve öyle oldu.
Peygamber (sav) hicret için Mekke’den çıktığı zaman bunu sadece, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir ve Ebu Bekir’in ev halkı biliyordu. [13]
Hz. Aişe (ra) diyor ki; “Sonra Resullah (sav) ile babam, evimizin arkasındaki bir pencere deliğinden çıkıp Sevr dağındaki bir mağaraya Cuma gecesi ulaştılar. Sevr dağı Mekke’nin sağ tarafında ve üç mil mesafededir. Burada üç gece gecelediler. Her gece Ebu Bekir’in oğlu Abdullah yanlarına gelir, müşriklerin hilelerinden duyduğu şeyleri onlara haber verirdi. Seher vakti mağaradan ayrılır, Kureyş’in yanına dönerdi. Ebu Bekir‘in kölesi Amir b. Füheyre de o civarlarda bol sütlü, sağmal koyunları otlatır ve akşam olunca onlara süt getirirdi. Resulullah ve Ebu Bekir mağarada bulundukları müddetçe Amir süt ihtiyaçlarını böylece temin etmişti.” [14]
Hz. Ebu Bekir’in Esma (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav) ve Hz. Ebu Bekir (ra) çıktıkları zaman Kureyş’ten bir topluluk bizim eve geldi. İçlerinde Ebu Cehil de bulunuyordu. Evimizin kapısının önünde durdular. Ben onlara doğru çıktım. Bana dediler ki:
“Ey Ebu Bekir’in kızı, baban nerdedir?”. Ben onlara dedim ki:
“Vallahi babamın nerede olduğunu bilmiyorum.”
Bunun üzerine Ebu Cehil elini kaldırdı. O fahiş habis birisi idi. Ve yanağıma bir şamar indirdi. Bundan dolayı küpem düştü”. [15]
Başka bir rivayet ise şöyledir; Müşrikler izleri takip ede ede gelmişler, Sevr mağarasının üstüne çıkmışlardı. Bu durum gören ve şahit olan Hz. Ebu Bekir, mahzun olmuş ve müşrikler görecekler diye endişe etmiş, üzülmüş, “Ya Resulellah! Ben öldürülürsem nihayet bir adamım, fakat sana bir zarar gelirse Allah’ın dini gitti” diyerek üzüntüsünü bildirmişti. O anda Peygamber (sav) Efendimiz arkadaşı Hz. Ebu Bekir’e “Üzülme! Allah muhakkak bizimle beraberdir” (Tevbe su.9/40) buyurmuştu. Bir harika olarak mağaranın kapısını örümcekler kaplamış, güvercinler de orada yuva yapmış ve yumurtlamışlar. Bu durumu gören müşrikler, orada kimsenin bulunamayacağına inanarak mağaraya bile bakmadan geri dönmüşlerdi.[16]
Resulullah (sav) ile Ebu Bekir (ra), Mekke’den “Abdullah b. Üreykit” adında bir şahsi ücretle kılavuz tutmuşlar, kendisine bu iş için iki deve vermişlerdi. Üçüncü gecenin sabahında kılavuz Abdullah b. Ureykit yanlarına geldi. Kılavuz yolcular için sahil yolunu takip ederek Medine’ye müteveccihen hareket ettiler.[17]
Devam edecek….
Kemalettin AKSOY
Bayburt İl Müftüsü
[1] Ankebut su.29/26)
[2] Hud su.11/ 80-81; Hicr su.15/65.
[3] A’raf su 7/88,
[4] Yunus su.10/90; Taha su.20/77-78; Şuara su. 26/52-67.
[5] İbrahim su.14/9-13.
[6] Tekvin,12-13,Çıkış,12737-38,14/1-31. (İslam Ansiklopedisi, 17/658-59.)
[7] İsra su. 17/76.
[8] Ö.Nasuhi Bilmen, a.g.e. IV, 1901.
[9] Enfal su. 8/30.
[10] İslam Ansiklopedisi. 17.cilt. s.460.
[11]Tecrid-i Sarıh, X, 83, 84; İbn-i Kesir, II, 302, 303; Hamdi Yazır, III, 2396; ö.Nasuhi Bilmen, III, 1179.
[12] Tevbe su.9/40.
[13] İbni Hişam.Sire.
[14] Tecrid-i Sarih Ter.II,96-99.
[15] İbni Hişam, Sire.
[16] Hamdi Yazır.Hak Dini IV.2546.
[17] Tecrid-i Sarih, II,100.