Bir bakmışız bir olayın içinde veya olayı gören ya da hadiseye etki eden veya işiten yani olayın tam içinde oluvermişiz. Bu olayın hangi konumunda olursak olalım hemen bu olay hakkında düşünceler üretiriz.
Zaten hayat dediğimiz, olaylar örgüsü değil midir? Her an her yerde bir olayın ya başrol oyuncusu ya şahidi ya da dolaylı yönden olaya dahil olan birisi oluruz. Hem de hiç farkında olmadan hayatın akışında oluvermişiz.
Hayatımızı çepeçevre kuşatan bu olaylar hengâmesinde ilk meydana gelen şey o olay hakkındaki düşüncelerimizdir. Hadise veya şahıslar hakkında hemen düşüncelerimiz, çekirdeğin topraktan filizlerin fışkırdığı gibi beynimizden, hislerimizden, kalbimizden can bulur çıkıverirler.
Fakat bu düşüncelerin herkes için aynı olacağını söyleyemeyiz. Bir olay ve olaya dahil olan insanlar. İnsanlar adedince de farklı farklı düşünceler.
Olayların karşısında türettiğimiz düşüncelerimizin en büyük faktörü zanlarımızdır. Siz bu zanna ister yargı deyin, ister bakış açısı deyin, ister algı, isterse de perspektif deyin. Ne derseniz deyin düşüncelerimizin kaynağı zanlarımızdır.
Peki zan nedir? Zan, karşılaştığımız bir olay karşısında veya kişi hakkında ilk andaki bilgimiz, fıtratımız ve kabiliyetlerimizin öngörüsünde araştırmadan hemen aklımıza ve gönlümüze getirdiğimiz fikirdir. Zannı böyle tarif ederken zanna da etki eden faktörler olduğunu görürüz. Kişinin karakteri, eğitimi, işi, çevresi, bilgisi hasılı hayatı boyunca tüm kazanımlarıdır. Bunların içerisinde en önemlisi karakteristik özelliğidir.
İki insan aynı eğitimi almış, aynı çevrede büyümüş, aynı kültürde yetişmiş fakat birinin karakteristik özelliği iyimser, diğerinin ise kötümser. Bir olay karşısında ne kadar ortak özellikleri bulunsa da iyimser iyi zanda bulunarak olumlu düşünceler, yargılar üretir. Kötümser ise olumsuz fikirler ve yargılar üretir. Bu sebeple zanlar ikiye ayrılır; hüsn-ü zan (iyi zan), sü-i zan (kötü zan). Biz mümin olarak hüsn-ü zanna emrolunmuşuz. Hucurat suresinin 12. Ayetinde ‘Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.’ Buyrulduğu üzere zannın birçoğu sü-i zan dediğimiz kötü zanlarımızdır. Ve Allah da onu kati bir emirle yasaklamıştır. Ayetin devamında ‘Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın.’ Buyurmasıyla da kötü zannı doğuran amilleri ya da sü-i zannın meydana çıkardığı kötü ahlakları açıklıyor. Tecessüs ve gıybet, iki büyük günah ve kötü haslet.
Tecessüs, insanın (tanıdık olsun olmasın) gizli hallerini sırlarını araştırıp ifşa etmek yani ortaya çıkartıp halk arasında zor duruma düşmesine sebep olmaktır. Gıybet, yanımızda olmayan bir kimsenin doğru bile olsa hoşlanmayacağı sözlerle ondan bahsetmektir. Gıybet ve tecessüs hem zanlarımızın bilhassa kötü zanlarımızın ortaya çıkardığı hem de kötü zanlarımızı aşıladığı yani tam şerrin odağı olan iki kötü fiildir. Zan gıybet ve tecessüsü doğurur, gıybet ve tecessüs de kötü zannı doğurur. Bu sebeple Cenab-ı Mevla bu kavramları aynı ayette beraber zikretmiş ve büyük bir günah ve çok kötü bir davranış olduğunu bize kati olarak bildirmiş.
Sü-i zannın iyi bir veya evliya diyebileceğimiz bir kimsenin hemen günahkar ve kötü bir kimse olarak algılanmasına vesile olduğunu bir iki misalle açıklayalım.
Hepimiz nalinci veya takunyacı babayı biliriz. Zamanın en iyi takunyacısıdır. Fakat kazandığı paraların hepsine dükkanlarda şarap kalmasın kimse şarap içmesin diye şarap alır. Hepsini evinin tuvaletine döker. Hayat kadınları da kimseyle beraber olmaması için onları alır evine götürür, ben paranızı verdim, sabaha kadar buradasınız diyerek hanımını onlara ilmihal, peygamber kıssaları gibi kitapları okutturur. Tabi işin iç yüzünü bilmeyen halk da onu ayyaş ve kadınlarla düşüp kalkan bir insan olarak kötü zanda bulunuyorlar ve cenazesini ortada bırakıyorlar.
Büyük bir alim, ilmiyle amel eden nadide bir allame ve sözü sohbeti dinlenen ve tesir eden bir zat, bir gün onu çekemeyen birisi tarafından iftiraya maruz kalır, hapse atılır. Halk hemen araştırmadan kötü zanda bulunarak iftiraya nice iftiralar ekleyerek bizim saf ve temiz olan büyük alimi en adi suçluya çevirirler.
İşte iki misalde de kötü zan neler doğuruyor. İyi insan en kötü adam oluveriyor ve gıybet ve tecessüs alıp başını gidiyor.
Zannın kaynakları asıl membası vehim ve kuruntularımızdır. Vehim ve kuruntu; içimizde yaşattığımız kötümser düşüncelerdir. Bir işe başlayacağız. Daha o işe başlamadan kötümser bir hava estiririz. Ne kadar olumsuzluk varsa zihnimizde kurgularız. Birisiyle tanışacağız. Daha tanışmadan o kişinin ne kadar kötü olduğu hakkında kafamızda bin bir kurgular üretiriz. Sonuçta başladığımız işte veya tanıştığımız kişiye ön yargı yani kötü zanların hakim olduğu bir ilişki kurarız. Daha başlamadan kötü zanların tesiriyle iyi bir hareketi kötü algılayıp işe son verebiliriz ve arkadaştan da ayrılabiliriz. Öleyse temizliğe ilk önce kuruntularımızdan başlamalıyız. Yani içimizdeki kötümserliği atmalıyız. Sonra zannımızı, ön yargılarımızı hüsn-ü zanna iyi ve olumlu düşüncelere çevirmeliyiz. Yoksa ayetlerde ki gibi zanlar (kötü zanlar) hayatımıza yön verirler. Birbirimizle kavgadan, çatışmadan ve dargınlıklardan kurtulamayız.
Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar. 6: 116
Onların birçoğu zandan başka bir şeye uymaz. Zan ise haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz ki, Allah onların ne yaptıklarını bilir. 10: 66
Mesut AKDAĞ