Hayata dokunmak, elimizle dokunmak hayata, ruhumuzla, hislerimizle, tüm benliğimizle, gözlerimizle, bakışlarımızla dokunmak hayata. Hayatın çıplak gerçekliğiyle, masum hayalleriyle, hasretli umutlarıyla, tutkulu sevdalarıyla, yaşanmış ve yaşanacak aşklarıyla ve hayatın içindeki tüm yaşanmışlıklarıyla hayata dokunmak.
Dokunmak ilk önce hissetmektir. Bir şeyin ne olduğunu anlayabilmemiz için ona dokunmak zorundayız. Cismini, rengini, hacmini, boyutunu görsek bile dokunmadan asla niteliğini ve niceliğini anlayamayız. Ellerimizle dokunduğumuz an, tüm duyu organlarımız depreşir, parmak uçlarımızda toplaşırlar. Gözler, kulaklar, hisler, kalp, beyin ve ellerimiz hepsi birleşir ve nesnenin sert-yumuşak, kuru-yaş, sıcak-soğuk olduğunu belirler. İşte bir şeyi öğrenirken tüm benliğimizle odaklandığımız zaman, en iyi şekilde öğreniriz. Sadece eller ve tüm duyu organlarımızla değil, ruhumuz, benliğimiz ve motivasyonumuzla dokunuşumuz, bize tam bir bilgiyi sağlar. Bu da bize hayatı tatmamızı sağlar ve mutluluğun ve huzurun kapılarını açmış olur.
Her şey, dokunmakla başlar. Ellerimizi ateşe, suya, toprağa, kayaya, demire vs. dokundururuz ve soğukluk, sıcaklık, acılık veya dokunduğumuz her neyse onu hissederiz. Tüm duyu organlarımızla da o dokunuş anını ve dokunduğunuz nesneyi ta iliklerimize kadar hissederiz.
Hayata dokunmak da işte böyledir. Her şeyden önce hayatı tüm maddi ve manevi duyularımızla hissedeceğiz. Hayatın bize Allah tarafından büyük bir lütuf olduğunu bileceğiz. Her aldığımız bir nefes, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar değerli ve asla hazinelerle ödeyemeceğimiz en değerli varlığımız ve en büyük hayat kaynağımızdır. Bundan sonra hayata gönderiliş gayemizi de unutmayacağız. Sahi biz niçin yaratıldık ve dünyaya gönderildik?
Bu dünya hayatı kısa ve gelip geçicidir. Her gelip geçici şeylerin yerine daha güzeli geldiği gibi, bu hayatımızın yerine daha güzeli ve iyisi (cennet) gelecektir. Öyleyse bu hayatın sırrı nedir? Bu hayatın sırrı imtihanda saklıdır. Şu hayatta aldığımız her bir nefes bir sınavdır. İyilik, lütuflar şükredelim diye, musibet ve felaketler de sabredelim diye.
İşte, hayata dokunmak burada başlar. Her ne halde olursak olalım hayatın içinde olalım. Hayatı olduğu gibi kabul edelim. Aldığımız her bir nefesin dünya hazinelerine değişilmez bir servetimiz olduğunu bilerek yaşayalım. Her şeyin, şer ve hayrın Allah’ın bizlere bir lütfu olduğunu bilelim. Şunu asla unutmayalım; tüm felaketler, güzelliğe ve hayra gebedir. Bu duygularla hayata dokunalım. Sade kuru gürültülerle, geçmişin elemleriyle üzülerek ve geleceğin bizlere sunacağı musibetleri düşünüp bugünümüzü zehir ederek yaşamayalım.
Hayata dokunalım. İlk önce hissedelim içimizde yaşamın tüm sırlarını. Yaşadığımız ana odaklanalım. Tüm benliğimiz, ruhumuz, tat alma(heyecan, umutlar, hayaller, özlemler vs.) duygularımızla hayatın içinde yaşayarak hayata dokunalım. İçimizden tüm ümitsizlikleri, olumsuzlukları atalım, ciğerlerimizi nefeslerimizle doldururken kalbimizi de umutlarla, iyimserlikle ve tevekkül ve sabırla dolduralım.
İşte böylece hayata dokunalım. Hep her an mutlu, mesut ve hayatın içinde olalım.
‘’O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.’’ /SECDE 32 -7
‘’Zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var!’’