İnsanların farklı görüş ve düşüncelerde olmaları normal olmakla beraber, hakikat tecelli ettikten, gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktıktan, hata ve yanlışlar örneklerle ve delillerle vuzuha kavuşturulduktan sonra hâlâ inatla yanlış ve tutarsız fikirleri savunmak doğru değildir. Böyle yapmak şeytanın yolundan gitmek olarak algılanabilir.
Nitekim günümüzde bazı kimseler fikir zannederek şartlandırıldıkları sloganları tekrarlamayı bir marifet zannetmektedirler. Beyinleri yıkanmış bireylerin eleştirel düşünceyi bir kenara bırakarak Pavlov’un köpekleri gibi hareket etmeleri yanlış olsa gerektir.
Örneklerle konuyu biraz daha açıklamaya çalışalım. Mesela ülkemizde işsizlik sorunu olmadığı, kalifiye eleman sorunu olduğu defalarca ispatlandığı halde hâlâ inatla işsizlik problemi olduğunu söylemek iyi niyetli bir yaklaşım olmayacaktır. Zira böyle bir tavır tembelleri, uyuşukları, kolaya alışmışları cesaretlendirmek ve ülkenin gelişmesine engel olmak anlamına gelecektir. Dolayısıyla böyle bir şey yapmak şeytanın yolundan gitmek anlamına gelebilir. Zira hakkın ve doğrunun yanında değil de çıkarlarının yanında olan kişi şeytanın taraftarı olarak görülüp öyle değerlendirilebilir.
Aynı şekilde kapitalizmin ve komünizmin insanlara huzur ve mutluluk getirmediği defalarca ispatlandığı halde hâlâ bu izmlerden medet ummak ve çıkarı gereği bu yanlış beşerî sistemlerin peşinden gitmek ve bunları savunmak doğru değildir. Çünkü bu tür beşerî sistemlerden yana olmak ve Kur’an reçetesini göz ardı etmek şeytanın dostu olmayı kabullenmek (Nisa, 4/120; Araf, 7/202) anlamına gelebilir.
Yine, insanların fıtratlarında olan inanma ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir takım sahte din ve inançları, bazı sembollerin arkasına saklanarak insanlara yutturmaya, onları kandırmaya ve yaşanan tüm problemleri görmezlikten gelmeye devam etmek de yanlış olmalıdır. (Yasin, 36/62; Zuhruf, 43/62) Defalarca sahte ve tutarsız oldukları, inananlarını mutlu edemedikleri ortaya çıktığı halde hala bu tür inanç ve sistemleri savunmak ve insanların evrensel çağrı İslam ile buluşmasının önüne engeller koymak doğru değildir. (Fatır, 35/5-6) Bu nedenle, böyle bir tavrı benimsemek şeytanın yolundan gitmek anlamına gelebilecektir. (Haşr, 59//16) Zira son din İslam’a ittibâ etmek yerine, işine ve kolayına geldiği için sahte tanrıların ve inançların peşinden gitmek şeytanın taraftarı olmayı kabul etmek anlamına gelebilir. (Nisa, 4/76; Meryem, 19/68)
Yine, defalarca görüşlerinde haksız çıktığı, yanıldığı ve başkalarını da yanılttığı ortada olduğu halde, hâlâ böyle kimselerin peşinden gitmek, onlara arka çıkmak, onları alkışlamak, onları zulümlerinde desteklemek de aynı şekilde doğru değildir. Çünkü hakkın ve adaletin değil de, çıkarı gereği zalimin yanında yer alan kişi şeytanın yoldaşı (Nisa, 4/119-120; Mücadele, 58/19) olmayı kabul etmiş kişi olarak görülebilir ve böyle yapmak şeytanın yolundan gitmek olarak değerlendirilebilir.
Yine ayak oyunlarını iyi beceren, zeytinyağı gibi hep suyun üstünde kalan, fabrika gibi yalanlar üreten, kılık değiştirerek ve yağcılık yaparak gücü ve yetkiyi elinde bulunduranları etkilemeyi başaran ve istediği koltuğu, makamı, mevkîyi kapan adamlara karşı uyanık olmamak ve bu tür kötü adamları desteklemeyi sürdürmek de doğru değildir. Bu tür şarlatanlara ve cambazlara pabuç bırakanların ve onlara seyirci kalanların da şeytanın yandaşı olma yolunda ilerledikleri (Zuhruf, 43/38-39) ifade edilebilir.
Benzer şekilde kendini bulunmaz Hint kumaşı zanneden, küçük tepeleri de ben yarattım edası ile yürüyen, eleştiriye kulak tıkayan, hep haklı olduğunu düşünen ve hatada ısrar eden kimselerin de şeytanın yandaşı olmaya doğru adım adım (Nur, 24/21) ilerledikleri söylenebilir.
Özetle ifade edecek olursak, savunduğu fikrin, görüşün, düşüncenin, inancın, izmlerin yanlış olduğu Kur’an-ı Kerim, Sahih Sünnet, akl-ı selim, tarihi tecrübe, ilim ve bilginin ışığında defalarca ispatlandığı halde hala inatla, körü körüne, maksatlı olarak, çıkarı gereği bu sahte ve tutarsız şeylerin peşinden giden kimse şeytanın yandaşı olmayı kendi isteğiyle kabul etmektedir.
Böyle yaptığı ve bu yolu tercih ettiği için seçiminden kendisi sorumlu olacaktır. (Nahl, 16/93; İsra, 17/36; Saffât, 37/27; Zuhruf, 43/44) Dolayısıyla mahşer gününde böyle mücrimlerin “başkalarını suçlamalarının”, (Bakara, 2/167; En’am, 6/27; Şuarâ, 26/102; Nebe, 78/40; Fecr, 89/24; Kasas, 28/63) “bu durumdan bizim haberimiz yoktu” demelerinin veya “ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştular. (Allah’ım!) Biz sadece onların izinden yürüyen bir kuşağız; öyleyse, bâtılı ihdas edenlerin işlediklerinden dolayı bizi mi helak edeceksin?” (A’raf, 7/172-173) demelerinin onlara hiçbir yararının olmayacağını şimdiden bilmeleri kendi lehlerine olacaktır. (30.11.2012)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi