İçinde bulunduğumuz zaman diliminde korona virüsün de psikolojik etkilerinden kaynaklı, genci yaşlısı, cahili okumuşu, kadını erkeği kime sorarsanız sorun tartışmasız olarak herkesin az çok mırıldandığı ve zihinlerin çokça meşgul olduğu şey “Salgın, dünya düzenini nasıl etkileyecek?” sorusuna aranan cevaptır.
Zaman geçtikçe değişimlerin yaşanması elbette kaçınılmaz olacaktır. Fakat bunlar bizi her zaman istediğimiz oranda ileriye götürmeyebiliyor. Son günlerde yaşadıklarımız bizi değerlerimizden uzaklaştıran, ilişkilerimizin içini boşaltan ve bizi geriye götüren cinsten manzaralara dönüşmüş durumda. Kimimiz ölmekten korkuyor, kimimiz gelecek endişesi çekiyor ve kimimiz de tam aksine son derece öz güven içinde, vurdumduymaz bir tavırla adeta ömür merdiveninden hızla aşağıya doğru inmekte olduğunun farkında olmadan dünyanın oyun ve eğlencesine kapılmış durumda.
Akrabalık, dostluk ve arkadaşlık anlayışı artık oldukça değişti. Her ne kadar Facebook, Twitter vb. sosyal medya platformları, dostluklara ciddi darbeler vurduysa da, yine de akşamları akraba, eş ve dost bir birine gider ve hal hatır sorardı. Ne yazık ki bu salgın dönemi bu dostluklarda ağır bir darbe vurdu ve vurmaya da devem ediyor. Yalnızlaşmış ve benmerkezci yaşamaya alışmış olan insanımız, bu salgın dönemiyle birlikte adeta iyice yalnızlaştı ve toplumun önemli bir dinamiği olan dostluk bağları zedelendi.
Artık büyüklerimizin, anne ve babamızın nasihat ve öğütleri yerine, akıllı cihazların ve Googlenin öğütlerini dinler hale geldik. Artık öğrencilerin not almadığı; öğretmenlerin not verdiği bir dünyada yaşar hale geldik. Güzel anları yaşamak ve ders almak yerine, kaydedip izlemeyi ve mizaha çevirmeyi tercih ediyoruz. O kadar duyarsız bir hale geldik ki dünya yansa ''selfie'' çekecek hale geldik. Pandemi öncesi hayatımızı ve yaşantımızı şekillendirmek, iyi giyinip iyi gezmek ve lüks tatiller yapmak için çalışıyor ve vakit harcıyorduk, şimdilerde ise evimizdeyiz ve giyemeyeceğimiz kıyafetleri, belki de hiç kullanmayacağımız teknolojik malzemeleri satın alıyoruz. Çok yiyiyor ve israf ediyoruz. Daha sonrada zayıflamak için diyet endüstrisine büyük paralara akıtıyoruz, kısacası artık nakit harcıyoruz ve bu nakit harcamamıza da kredi ve banka kartları aracılık ediyor. Huzur ve mutluluktan önce para diyen insanlara dönüştük adeta.
Bakınız Bediüzzaman hazretleri Risalei Nur Külliyatında, "Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir; göz ise mâneviyatı göremez." Diyerek aslında nereden nereye geldiğimizi vurgular nitelikte.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’den (s.a.s.) önce gelmiş peygamberlerin ve milletlerin kıssaları vardır. Kur’an-ı Kerim’deki bu kıssalardan maksat tarihi olayları kronolojik bir sıralama dâhilinde anlatmak değildir. Kur’an’da geçen kıssaların birçok maksadı olduğu gibi, bu maksatların belki de en önemlisi insanlara ders vermek ve onların ibret almalarını sağlamaktır. Zira Kur’an kendini tanıtırken, (insanı) en doğru yola götürücü (bir kitap) olarak tanıtmakta ve öğüt vermek maksadıyla da insana her türlü misali verdiğini söylemektedir.
Hz. Yunus’un (a.s.) kıssasının Risale-i Nur’daki işlenişi oldukça farklıdır. Said Nursî, Hz. Yunus’un (a.s.) kıssasını ayrıntılara girmeksizin meşhur münâcâtını anlatan ayet bağlamında, çok kısa bir özet sunarak konuya giriş yapmıştır: “Hazret-i Yunus Aleyhisselâm ‘ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette Münacatı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur.”
Sebepler dairesinde Hz. Yunus’un (a.s.) kurtuluşu için bütün yollar kapanmıştı. İşte tam bu noktada O’nun sesini, münâcâtını işitecek ve bütün sebepleri halk edip, bu sebeplere hükmedecek bir zat lazımdı. İşte o zat, Müsebbibü’l-Esbab (sebeplerin ortaya çıkmasına sebep) olan Cenab-ı Allah’tır. Yani sebeplerin hakiki tesiri yok. Sebepler de bir emre uyarak hareket etmektedir.
İşte tam burada bizler de şunu anlamalıyız ki gerçekten bu salgın döneminde insanların ölümüne sebep olan covid-19 virüsü değil, asıl öldürenin Allah olduğu, virüsün ise bir perde ve sebep olduğu gerçeğidir. Ve yine unutmamalıyız ki şifa veren ve insanları bu hastalıktan kurtaran yine Allah’tır. Yoksa falanca virüsü yendi, filanca virüsle olan savaşını kazandı gibi söylemlerin hiçbir mantıki delili yoktur.
Bediüzzaman’a göre bizim vaziyetimiz Hz. Yunus’un (a.s.) ilk vaziyetinden (karanlık ve fırtınalı gecede balığın karnına düştüğü ve sebeplerin hiçbir tesirinin olmadığı vaziyet) yüz kat daha dehşetlidir. Zira bizim gecemiz geleceğimizdir. Bu geceye, yani istikbale gaflet nazarıyla baktığımız zaman, istikbalimiz manen yüz derece daha karanlık ve daha dehşetli oluyor. Kıyaslamada, uçsuz-bucaksız fezada adeta başıboş hareket ediyormuş gibi görünen dünyamız ise, Hz. Yunus’un (a.s.) düştüğü denize benzetiliyor. Nasıl ki deniz dalgalı ve korkunç idi. Öyle de dünyanın da dönmesiyle hemen her gün binlerce kişinin vefatı, o denizin dalgalarından (bize de ölümü hatırlatması cihetiyle) bin defa daha korkunçtur. Hevay-ı nefsimiz (nefsimizin arzuları) ise, Hz. Yunus’u (a.s.) yutan balığa benzetilmiştir. Bizim balığımız (nefsimizin arzuları) onun balığından çok daha korkunç ve müthiştir. Çünkü onu yutan balık yüz senelik bir dünya hayatını tehdit ederken, bizim nefsimizin arzuları, milyarlarca yıl olan ebedi hayatımızı tehdit ediyor. Madem Hz. Yunus (a.s.) ilk vaziyetinden kurtulmak için bütün sebepleri bir kenara bırakarak "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” dedi ve Allah (cc) onu, o dehşetli vaziyetinden kurtararak çeşit çeşit nimetlerine mazhar etti. O zaman bizim de bütün sebeplerden hakiki anlamda sıyrılıp bu münacatı yapmamız ve sebeplerin yaratıcısı olan Rabbimize sığınmamız gerekmez mi?
Bu pandemi döneminde yegâne şifa verenin Allah olduğu bilinciyle hareket etmeli ve ebedi olan ahiret hayatımızın heba olmaması için tefekkür ederek kendimizi sil baştan çek etmeliyiz. Çünkü gaflet ve dalalet sebebiyle aleyhimizde birleşerek ebedi hayatımızı berbat etmeye çalışan istikbal, dünya ve nefsimizin zararlı arzularını ancak Allah(cc) defedebilir.
İşte bu derece düşmanları ve istekleri olan bir insanın sığınacağı, yardım talep edeceği zatın hükmünün tüm varlıklara geçmesi lazımdır. Yani O zat Kadir-i Mutlak (engelsiz güç ve kuvvete sahip biri) olmalıdır. İşte O zat da, Hz. Yunus’un (a.s.) bizzat tecrübesiyle ve duasıyla bizlere tanıttığı Cenab-ı Allah’tır. O zaman biz de daima Hz. Yunus’un (a.s.) tecrübe edilmiş o meşhur münâcâtını tekrarlamak zorundayız.
Bu durumun aksi olarak, günümüz insanını eve kapatan koronavirüs, dindar, muhafazakâr, laik fark etmeksizin insanların büyük çoğunluğu ilk önce Allah’a değil, ekonomik tedbirlere sığınıyor. Birçoğumuz için sık sık eleştirdiğimiz para ve maddiyat, güç ve kurtuluş umudu oluyor. Modern insan artık din adamına değil, bir uzman görüşüne başvurmayı daha çok tercih ediyor. Milliyetçiliğe, devlete ve uzmanlığa olan güvenin arttığı bir süreçte, güvenilirliği aşınmış dinî kurumların işi daha da zorlaşıyor.
Dinlerin temelinde cemaat olma, toplu ibadet etme, bir araya gelerek dini vecibeleri yerine getirme oldukça merkezidir. Fakat virüsün eve kapattığı insan, kurumsal ve cemaate dayalı dindarlık yerine, daha bireysel ve hurafe yüklü sosyal medya dindarlığını benimsiyor.
Vebanın “ata binmiş iblisle” resmedildiği bir Orta Çağ’da yaşamıyoruz. Aksine düşmanın üç boyutlu resmini görüyoruz, virüsün hücre içine nasıl sızdığını gösteren videolar seyrediyoruz. İnsanlar koronadan kurtulmak için din adamlarına değil, bilim adamlarına koşuyorlar. Bu yüzden ortaçağdaki veba, uzmanlığa olan güveni getirmezken, günümüz modern çağında ortaya çıkan korona virüs uzmanlığa olan güveni artıracak diyebiliyoruz. Bu da bize, dinlerin yerine bilimciliğin ve bilimden kaynaklı yüzeysel ve sözde bir dindarlığın yükseleceği bir geleceğin kapımızda olduğunu gösteriyor.
Kalın sağlıcakla…
Ayhan TOPÇU
Eğitim Uzmanı
KAYNAKLAR
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Visual Capitalist İnfografiği
Risalei Nur Külliyatı
CDC
Dünya Sağlık Örgütü
Zaman geçtikçe değişimlerin yaşanması elbette kaçınılmaz olacaktır. Fakat bunlar bizi her zaman istediğimiz oranda ileriye götürmeyebiliyor. Son günlerde yaşadıklarımız bizi değerlerimizden uzaklaştıran, ilişkilerimizin içini boşaltan ve bizi geriye götüren cinsten manzaralara dönüşmüş durumda. Kimimiz ölmekten korkuyor, kimimiz gelecek endişesi çekiyor ve kimimiz de tam aksine son derece öz güven içinde, vurdumduymaz bir tavırla adeta ömür merdiveninden hızla aşağıya doğru inmekte olduğunun farkında olmadan dünyanın oyun ve eğlencesine kapılmış durumda.
Akrabalık, dostluk ve arkadaşlık anlayışı artık oldukça değişti. Her ne kadar Facebook, Twitter vb. sosyal medya platformları, dostluklara ciddi darbeler vurduysa da, yine de akşamları akraba, eş ve dost bir birine gider ve hal hatır sorardı. Ne yazık ki bu salgın dönemi bu dostluklarda ağır bir darbe vurdu ve vurmaya da devem ediyor. Yalnızlaşmış ve benmerkezci yaşamaya alışmış olan insanımız, bu salgın dönemiyle birlikte adeta iyice yalnızlaştı ve toplumun önemli bir dinamiği olan dostluk bağları zedelendi.
Artık büyüklerimizin, anne ve babamızın nasihat ve öğütleri yerine, akıllı cihazların ve Googlenin öğütlerini dinler hale geldik. Artık öğrencilerin not almadığı; öğretmenlerin not verdiği bir dünyada yaşar hale geldik. Güzel anları yaşamak ve ders almak yerine, kaydedip izlemeyi ve mizaha çevirmeyi tercih ediyoruz. O kadar duyarsız bir hale geldik ki dünya yansa ''selfie'' çekecek hale geldik. Pandemi öncesi hayatımızı ve yaşantımızı şekillendirmek, iyi giyinip iyi gezmek ve lüks tatiller yapmak için çalışıyor ve vakit harcıyorduk, şimdilerde ise evimizdeyiz ve giyemeyeceğimiz kıyafetleri, belki de hiç kullanmayacağımız teknolojik malzemeleri satın alıyoruz. Çok yiyiyor ve israf ediyoruz. Daha sonrada zayıflamak için diyet endüstrisine büyük paralara akıtıyoruz, kısacası artık nakit harcıyoruz ve bu nakit harcamamıza da kredi ve banka kartları aracılık ediyor. Huzur ve mutluluktan önce para diyen insanlara dönüştük adeta.
Bakınız Bediüzzaman hazretleri Risalei Nur Külliyatında, "Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir; göz ise mâneviyatı göremez." Diyerek aslında nereden nereye geldiğimizi vurgular nitelikte.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’den (s.a.s.) önce gelmiş peygamberlerin ve milletlerin kıssaları vardır. Kur’an-ı Kerim’deki bu kıssalardan maksat tarihi olayları kronolojik bir sıralama dâhilinde anlatmak değildir. Kur’an’da geçen kıssaların birçok maksadı olduğu gibi, bu maksatların belki de en önemlisi insanlara ders vermek ve onların ibret almalarını sağlamaktır. Zira Kur’an kendini tanıtırken, (insanı) en doğru yola götürücü (bir kitap) olarak tanıtmakta ve öğüt vermek maksadıyla da insana her türlü misali verdiğini söylemektedir.
Hz. Yunus’un (a.s.) kıssasının Risale-i Nur’daki işlenişi oldukça farklıdır. Said Nursî, Hz. Yunus’un (a.s.) kıssasını ayrıntılara girmeksizin meşhur münâcâtını anlatan ayet bağlamında, çok kısa bir özet sunarak konuya giriş yapmıştır: “Hazret-i Yunus Aleyhisselâm ‘ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette Münacatı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur.”
Sebepler dairesinde Hz. Yunus’un (a.s.) kurtuluşu için bütün yollar kapanmıştı. İşte tam bu noktada O’nun sesini, münâcâtını işitecek ve bütün sebepleri halk edip, bu sebeplere hükmedecek bir zat lazımdı. İşte o zat, Müsebbibü’l-Esbab (sebeplerin ortaya çıkmasına sebep) olan Cenab-ı Allah’tır. Yani sebeplerin hakiki tesiri yok. Sebepler de bir emre uyarak hareket etmektedir.
İşte tam burada bizler de şunu anlamalıyız ki gerçekten bu salgın döneminde insanların ölümüne sebep olan covid-19 virüsü değil, asıl öldürenin Allah olduğu, virüsün ise bir perde ve sebep olduğu gerçeğidir. Ve yine unutmamalıyız ki şifa veren ve insanları bu hastalıktan kurtaran yine Allah’tır. Yoksa falanca virüsü yendi, filanca virüsle olan savaşını kazandı gibi söylemlerin hiçbir mantıki delili yoktur.
Bediüzzaman’a göre bizim vaziyetimiz Hz. Yunus’un (a.s.) ilk vaziyetinden (karanlık ve fırtınalı gecede balığın karnına düştüğü ve sebeplerin hiçbir tesirinin olmadığı vaziyet) yüz kat daha dehşetlidir. Zira bizim gecemiz geleceğimizdir. Bu geceye, yani istikbale gaflet nazarıyla baktığımız zaman, istikbalimiz manen yüz derece daha karanlık ve daha dehşetli oluyor. Kıyaslamada, uçsuz-bucaksız fezada adeta başıboş hareket ediyormuş gibi görünen dünyamız ise, Hz. Yunus’un (a.s.) düştüğü denize benzetiliyor. Nasıl ki deniz dalgalı ve korkunç idi. Öyle de dünyanın da dönmesiyle hemen her gün binlerce kişinin vefatı, o denizin dalgalarından (bize de ölümü hatırlatması cihetiyle) bin defa daha korkunçtur. Hevay-ı nefsimiz (nefsimizin arzuları) ise, Hz. Yunus’u (a.s.) yutan balığa benzetilmiştir. Bizim balığımız (nefsimizin arzuları) onun balığından çok daha korkunç ve müthiştir. Çünkü onu yutan balık yüz senelik bir dünya hayatını tehdit ederken, bizim nefsimizin arzuları, milyarlarca yıl olan ebedi hayatımızı tehdit ediyor. Madem Hz. Yunus (a.s.) ilk vaziyetinden kurtulmak için bütün sebepleri bir kenara bırakarak "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” dedi ve Allah (cc) onu, o dehşetli vaziyetinden kurtararak çeşit çeşit nimetlerine mazhar etti. O zaman bizim de bütün sebeplerden hakiki anlamda sıyrılıp bu münacatı yapmamız ve sebeplerin yaratıcısı olan Rabbimize sığınmamız gerekmez mi?
Bu pandemi döneminde yegâne şifa verenin Allah olduğu bilinciyle hareket etmeli ve ebedi olan ahiret hayatımızın heba olmaması için tefekkür ederek kendimizi sil baştan çek etmeliyiz. Çünkü gaflet ve dalalet sebebiyle aleyhimizde birleşerek ebedi hayatımızı berbat etmeye çalışan istikbal, dünya ve nefsimizin zararlı arzularını ancak Allah(cc) defedebilir.
İşte bu derece düşmanları ve istekleri olan bir insanın sığınacağı, yardım talep edeceği zatın hükmünün tüm varlıklara geçmesi lazımdır. Yani O zat Kadir-i Mutlak (engelsiz güç ve kuvvete sahip biri) olmalıdır. İşte O zat da, Hz. Yunus’un (a.s.) bizzat tecrübesiyle ve duasıyla bizlere tanıttığı Cenab-ı Allah’tır. O zaman biz de daima Hz. Yunus’un (a.s.) tecrübe edilmiş o meşhur münâcâtını tekrarlamak zorundayız.
Bu durumun aksi olarak, günümüz insanını eve kapatan koronavirüs, dindar, muhafazakâr, laik fark etmeksizin insanların büyük çoğunluğu ilk önce Allah’a değil, ekonomik tedbirlere sığınıyor. Birçoğumuz için sık sık eleştirdiğimiz para ve maddiyat, güç ve kurtuluş umudu oluyor. Modern insan artık din adamına değil, bir uzman görüşüne başvurmayı daha çok tercih ediyor. Milliyetçiliğe, devlete ve uzmanlığa olan güvenin arttığı bir süreçte, güvenilirliği aşınmış dinî kurumların işi daha da zorlaşıyor.
Dinlerin temelinde cemaat olma, toplu ibadet etme, bir araya gelerek dini vecibeleri yerine getirme oldukça merkezidir. Fakat virüsün eve kapattığı insan, kurumsal ve cemaate dayalı dindarlık yerine, daha bireysel ve hurafe yüklü sosyal medya dindarlığını benimsiyor.
Vebanın “ata binmiş iblisle” resmedildiği bir Orta Çağ’da yaşamıyoruz. Aksine düşmanın üç boyutlu resmini görüyoruz, virüsün hücre içine nasıl sızdığını gösteren videolar seyrediyoruz. İnsanlar koronadan kurtulmak için din adamlarına değil, bilim adamlarına koşuyorlar. Bu yüzden ortaçağdaki veba, uzmanlığa olan güveni getirmezken, günümüz modern çağında ortaya çıkan korona virüs uzmanlığa olan güveni artıracak diyebiliyoruz. Bu da bize, dinlerin yerine bilimciliğin ve bilimden kaynaklı yüzeysel ve sözde bir dindarlığın yükseleceği bir geleceğin kapımızda olduğunu gösteriyor.
Kalın sağlıcakla…
Ayhan TOPÇU
Eğitim Uzmanı
KAYNAKLAR
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Visual Capitalist İnfografiği
Risalei Nur Külliyatı
CDC
Dünya Sağlık Örgütü