Ülke yönetiminde bulunan siyasîlerin bürokraside işlerin daha düzenli, güvenli ve hızlı yürümesini temin maksadıyla atamalar yapmaları ve en iyi performansı sergileyen bürokratlarla çalışmaları/ yol yürümeleri elbette normaldir. Zira seçim zamanı sandıkta halka hesap verecek onlardır. Dolayısıyla ehliyet ve liyakat sahibi, tanıdıkları ve bildikleri sadık bürokratları tercih edip onları üst düzey görevlere getirmeleri en doğal haklarıdır.
Ancak onlar, bu atamaları yaparken acaba “hasbî” mi yoksa “hesabî” mi olanları tercih etmektedirler, buna da bakılması gerekmektedir. Kanaatimizce onların hasbî olanları arayıp bulmaları hem kendilerinin hem de idare ettikleri ülkenin yararına olacaktır.
Eğer onlar, durumu idare etmekte mahir, hiçbir olumlu icraat yapmayan, sürekli iyi şeyleri öteleyen, ipiyle kuyuya inilmeyen, alınan isabetsiz kararları bile “Çok güzel bir fikir! Harika! Ne kadar da güzel düşünmüşsünüz! Efendim siz gerçekten çok başkasınız! Derhal bunu yapalım” diyerek pohpohlayan, o kararın olumsuz yönlerini, yansımalarını -bilse dahi- söylemeyen, sürekli hesap yapan, koltuğunu/ geleceğini düşünen, dalkavukluk yapan, riyakâr kimseleri tercih eder ve onları devletin kurumlarının en tepe noktalarına getirirlerse o takdirde çok büyük bir yanlış yapmış olacaklardır.
Burada bizim “hasbî” derken kast ettiğimiz “daima milletini ve ülkesini düşünen, açık, şeffaf, dürüst, hesap verebilir, mert, cesur, ilkeli, omurgalı ve açık sözlü” kimselerdir.
“Hesabî” derken kast ettiğimiz ise; “sadece kendini/ koltuğunu düşünen, çıkar hesabı yapan, ulaştığı bazı gerçekleri gizleyen, nabza göre şerbet veren, takiyyeci, yalancı, korkak, ikiyüzlü, ilkesiz, yüzsüz ve omurgasız” tiplerdir.
Maalesef her dönemde bu “hesabî tipler” yönetime yakın olmuş, yağcılık, hile, desise ve dalkavuklukla koltuklarını korumayı başarmış, “hasbî olanları” yıldırmak amacıyla siyasal iktidara onları jurnallemiş, aleyhlerinde kara propaganda yürütmüş, iftiralarla onların alaşağı edilmelerini sağlamışlardır. Bu tipler her devirde devleti ve milleti değil sadece ve sadece kendi çıkarlarını öncelemişlerdir. Dolayısıyla burada en önemli görev “siyasal iktidara, onlara müşavirlik edenlere ve kamuoyunu doğru bilgilendirme görevi yapan samimi gazetecilere”düşmektedir. Onların vazifesi, “hesabî” olanlara değil “hasbî” olanları bulmak ve önemli görevlere onların getirilmesini sağlamak olmalıdır.
Sonuç olarak siyasî irade, özellikle üst düzey görevlere atamalar yaparken “hesabî” değil “hasbî” olanları seçmekle mükelleftir. Zira böyle yapmak, hem kendi iktidarlarının hem de ülkenin yararına olacaktır. Akıllı siyasetçiler, “her devrin adamı olan, tavşan tersi gibi kokmaz ve bulaşmaz adamlardan” uzak durmak zorundadır. Aksi halde ahiret günü “atama kararnamesinin altına imza atarak” yetki verdiği bu tür kifayetsiz muhterislerin yaptıkları her türlü yanlışın bedelinin/ hesabının da kendilerine sorulacağını mutlaka bilmeli ve ona göre hareket etmelidirler. (19.01.2018)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi