Gelenek Ayrı Gelenekçilik Ayrı Şeylerdir!
Bilindiği üzere geleneği önemsemek başka gelenekçilik yapmak başkadır. Mezhebi önemsemek başka mezhepçilik yapmak başkadır. Tarikatı önemsemek başka tarikatçılık yapmak başkadır. Cemaati önemsemek başka cemaatçilik yapmak başkadır. Ahlakı önemsemek başka ahlakçılık yapmak başkadır.
Birincilerde “bir tercih” söz konusu iken ikincilerde ise “at gözlüğü, fanatizm, holiganizm, militanlık, tek tipçilik ve aşırılık” söz konusudur.
Maalesef insanların büyük çoğunluğu bu ayrımı yapma konusunda gereken duyarlılığı ve hassasiyeti sergileyememekte ve körü körüne gelenekçilik, mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik ve ahlakçılık yapmaktadır.
Oysa geleneğe sahip çıkmak, geleneğin ocağındaki “küllere” değil küllerin altındaki “ateşe/ koza” sahip çıkmakla mümkündür. Yani değerli ve faydalı olan “öz” korunmalı ama değersiz ve faydasız olan “unsurlar” terk edilmelidir. Bir başka ifadeyle cevher ile cüruf birbirinden ayrıştırılmalıdır. Gelenek körü körüne taklit edilmemeli, geleneğin örnek alınması gereken tarafları hayata taşınmalıdır.
Pek tabiidir ki gelenek çok önemlidir. Çünkü gelenek, toplumsal istikrarı ve sürekliliği güvence altına alan sosyal bir işleve sahiptir ve faydalıdır. Ancak hatalı geleneklerin sürdürülmesi ve körü körüne gelenekçilik yapılması da olumsuz sonuçlar doğuracağı için aynı ölçüde zararlıdır.
Örneğin küçük kız çocuklarının “rüşt çağına ermeden ve iyi bir eğitim” almadan evlendirilmesi hatalı bir gelenektir ve gözden geçirilip düzeltilmesi gerekmektedir. Zira ileride anne olacak ve çocuklar yetiştirecek küçük bir kızın rüşt çağına ermeden ve gereken eğitimi almadan evlendirilmesi ciddi problemlere neden olmaktadır.
Bu itibarla mezkûr gelenek artık terk edilmeli, çıkarlar/ zevkler uğruna bu konuda gelenekçilik yapmaktan vazgeçilmelidir.
Nitekim Hz. Peygamber içinde yetiştiği kültürün değerlerine karşı “seçmeci ve eleştirel” yaklaşmış, Cahiliye dönemine ait uygulamaların bir kısmını tamamen reddetmiş, bir kısmını olduğu gibi bırakmış, bazılarını ise yeniden tanımlamıştır.
Mesela Hz. Peygamber, Cahiliye döneminden (kutsal kitap Kur’ân’ın aydınlatmadığı hayat tarzının egemen olduğu zaman diliminden) kalma “ihramlıların hayvan eti ve yağı yeme yasağını” tamamen ortadan kaldırmış, “Kâbe’nin tavaf edilmesi, Hacerülesved’in selamlanması ve hacda kurban kesilmesi uygulamalarını” olduğu gibi bırakmış, ancak “kurbanın başkalarının adına değil sırf Allah adına kesilmesini” ise yeniden tanımlamıştır.
Sonuç olarak, toplumsal gelenekler önemlidir ve yaşatılmalıdır. Ancak geleneğe sahip çıkmak, geleneğin ocağındaki “küllere” değil küllerin altındaki “ateşe” sahip çıkmakla mümkün olabilir. Bir başka ifadeyle cürufa değil cevhere sahip çıkılmalı, geleneğin iyi ve güzel olanları alınmalı, zararlı gelenekler terk edilmeli ve körü körüne gelenekçilik yapmaktan vazgeçilmelidir.
Dr. Öğretim Üyesi Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi