Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı kimseler, Hz. Peygamberi rüyada gördüklerini iddia ederek müslümanların çoğunluğunu aldatmakta ve onları meşum emellerine alet etmektedirler. Oysa Hz. Peygamberin hicri 110 yılından sonra rüyada görülebilmesi asla mümkün değildir.
Şurası bir gerçektir ki, sağlığında onu göremeyen birisinin rüyasında görmesi kesinlikle imkânsızdır. Onun rüyada görülebileceğini, şeytanın asla onun suretine giremeyeceğini haber veren rivayetlerin tamamı ya zayıf ya da uydurmadır. Hz. Peygambere nispet edilen bu rivayetlerin sıhhat durumlarını incelemeden söz söylemek ve insanları yanıltmak çok büyük bir vebali omuzlamaktır.
Elbette sahâbenin veya yaşadığı asırda Hz. Muhammedi tanıyanların onu rüyalarında görmeleri mümkündür. Ancak son sahâbînin vefat ettiği hicri 110 yılından sonra onu rüyasında gördüğünü söyleyenlerin tamamı ya art niyetli ya da saf kimselerdir.
Ancak saf olanların da akıllarını kullanıp gerçeği araştırmak gibi bir görevleri vardır.
Çünkü bazı İslâm âlimleri, Hz. Peygamberin rüyada görülemeyeceğini söylemekte ve birtakım deliller öne sürmektedirler. Bu itibarla, saf kimselerin bu içtihadın doğruluğunu “anlamak için” gerekçelerini araştırmak, gece gündüz bu konuda kafa patlatmak, beyin zonklatmak, ter dökmek, uykusuz kalmak ve bir neticeye varmak gibi bir ödevleri vardır. Hiçbir gayret göstermeden, emek sarf etmeden, gerçeği araştırmadan, dedikodulara inanarak,“Atalarımızdan böyle gördük! Bu zamana kadar kimse bilemedi de sen mi bildin?” diyerek o içtihadı/ görüşü doğrudan reddetmek, anlamak için hiçbir çaba/ gayret sarf etmemek ve sahip olduğu yanlış bilgiyle yetinmek, “onların bu saf olma hallerini” tamamen ortadan kaldıracaktır. Zira onlar, böyle yapmakla akıllarını kullanmayı reddetmiş, gerçeği araştırmamış ve art niyetliler tarafından kullanılmayı kabullenmişlerdir. Dolayısıyla bundan sonra başlarına gelecek her türlü beladan da sorumlu olacaklarını bilmelidirler.
Nitekim bir insan daha önce tanıdığı, gördüğü veya bildiği birisini rüyasında görebilir. Hiç tanımadığı, bilmediği, hayatında hiç karşılaşmadığı birisini rüyasında göremez. Zira onun kim olduğunu bilmiyordur; onu hiç tanımamıştır; onun resmine bakmamıştır; onun videosunu seyretmemiştir. Dolayısıyla çağımızda yaşayıp da Hz. Peygamberi rüyasında gördüğünü iddia eden kişiye; “onun resmini görüp görmediği veya videosunu seyredip seyretmediği, daha önce kendisiyle tanışıp tanışmadığı, konuşup konuşmadığı, kendisini nereden tanıdığı, onun Hz. Muhammed olduğunu nereden ve nasıl anladığı/ bildiği” sorulur. O kişiden bu iddiasını ispatlaması istenir.“Sen nereden bildin Hz. Muhammed olduğunu açıkla! Onun bir resmi veya videosu vardı da biz mi bu zamana kadar göremedik? Sen nereden gördün bu resmi veya videoyu? Senin delilin nedir? Sen bizimle kafa mı buluyorsun arkadaş? İnsan hiç tanımadığı birisini nasıl rüyasında görebilir? Onun Hz. Muhammed olduğunu nereden ve nasıl bilebilir? Bu konudaki dayanakların nelerdir? Senin bu halüsinasyonların/ vehimlerin/ rüyan sadece seni bağlar, bizi bağlamaz! Kaldı ki rüya dinde asla delil olamaz. Bari insanları kandırıp da günaha girme! Vebal altında kalma! Kendine yazık etme!” denilir.
Hz. Peygamberin daha önce çekilmiş/ çizilmiş bir resmi veya videosu bulunmadığına göre o kişinin bunu hiçbir şekilde ispatlaması söz konusu olamaz; hilyelerde anlatılanlar ise delil değeri taşımaz; zira bunlar net bir resim değildir; sadece onun bazı özelliklerini aktaran bilgilerdir. Hilyelerde zikredilenlere bakarak “robot resmi” çizmek ve “İşte bu, Hz. Peygamberin resmidir” demek de mümkün değildir. Zira robot resim, bu konuda delil olarak kullanılamaz. Çünkü her bir ressam başka bir resim çizebilir. Nitekim Hz. Peygamberi rüyasında gördüğünü iddia edenlere “onun nasıl birisi olduğu ve kime benzediği” sorulduğunda “her birisinin başka bir portre çizdiği ve hiçbirinin bir diğerine benzemediği” görülmektedir. Maalesef herkes kendi şeyhine benzeyen birini tarif etmekte ve bu kişinin Hz. Muhammed olduğunu iddia etmektedir. Görüldüğü üzere bu ibret verici durum, Hz. Peygamberin rüyada asla görülemeyeceğinin bir başka delili olup bizim kanaatimizi desteklemektedir.
Diğer taraftan “Hz. Peygamberi rüyasında ancak “kemale ermiş kimselerin/ salih zatların/ seçilmiş insanların/ mürşitlerin/ gavs-ı azamın/ kâinat imamının” görebileceği iddiası da tam bir safsata ve kandırmacadan ibarettir. Çünkü bu uyanıklar, insanları böyle bir argümanla çok kolay aldatabildiklerini fark ettikleri için bu safsatayı yaymış ve yaymaktadırlar. Onlar; “Hz. Muhammedi rüyasında ancak kemale ermiş kimseler veya salih zatlar görebilir; ancak onlar da görseler bile gördüklerini söylemezler. Zira keramet sahibi kerametinden bahsederse ona bir daha böyle bir şey gösterilmez” diyerek aslında kendilerine bir paye atfetmekte, zımnen onu rüyalarında gördüklerini ima etmekte ve “ispatlanmasını isteme taleplerini” de böyle usta bir taktikle devre dışı bırakmayı başarmaktadırlar.
Bu zavallıların yukarıdaki gibi “aldatıcı/ parlak/ büyüleyici/ etkileyici sözlerle” sağlam muhakeme sahibi olmayanları aldatmaları çok kolaydır. Çünkü “kerametin istikamet üzere yaşamak olduğunu” (Fussilet, 41/30) bilmeyen ve birtakım olağanüstülükler göstermek olduğunu zannedenler, bu mavala/ masala çok kolay inanabilirler. Kendilerini çok özel ve önemli (havas, havassul-havas) gösterme derdindeki bu sefihler, bu tarz bir yöntemle pek çok insanı aldatabilirler. Zira geçmişten beri bu adamlar aynı şeyi yapmakta, insanların peygamber sevgisini istismar etmekte ve kurdukları tezgâhı bu tür sözlerle sürdürmeye devam etmektedirler.
Ancak asırlardır savundukları bu köhne anlayışın sorgulanarak sarsıldığını, temellerinin çürük olduğunu, savunulacak bir tarafının kalmadığını ve her geçen gün çöktüğünü de fark etmektedirler. Bu yüzden söz konusu kişiler, yok olup giderken bile bu tür “parlak fikirlerle (!!!)” kuyruğu dik tutma derdindedirler. Ama onların bu son çırpınışları da onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. Gerçeği kabullenmek yerine rüyada Hz. Peygamberi gördükleri palavrasıyla o garibanları daha fazla aldatmaları söz konusu olamayacaktır. Zira eleştiren aklı önemseyen sayıları az bir nesil arkadan gelmekte ve bu tür hokkabazlara karşı müslümanları bilinçlendirmeye devam etmektedir.
Dolayısıyla bizim kanaatimize göre hicri 110 yılından sonra dünyaya gelen ve kıyamete kadar da gelecek “tüm salih zatların/ evliyanın/ asfiyanın/ kemale ermişlerin/ mürşitlerin” Hz. Muhammedi rüyalarında görebilmeleri asla mümkün değildir. Gördüklerini iddia edenlerin tamamı yalancıdır. Bu, bize göre mutlak doğrudur. Elbette başkalarının görüşleri de kendilerine göre doğrudur. Zira herkes kendi görüşünün/ içtihadının hesabını ahirette verecektir. Bu itibarla önemli olan; herkesin savunabileceği sözü söylemesi veya yazmasıdır. Kendilerine çok güvenen ve Hz. Peygamberin rüyada görülebileceğini söyleyerek “din simsarlarının eline malzeme verenler” şimdiden Yüce Allahın huzurunda kendilerini nasıl savunacaklarının hesabını yapmaya başlamalıdır. (Zümer, 39/31-32)
Buradan bir kez daha ifade edelim ki, Hz. Peygamberi rüyasında gördüğünü iddia edenler veya bu zihniyettekilere lojistik destek sağlayanlar yukarıdaki sorulara muknî cevaplar vermek zorundadırlar. Eğer bu adamlar/ kadınlar, mezkûr sorulara inandırıcı yanıtlar veremiyorlarsa -ki veremeyecekler- bu iddiaların doğru olmadığı sonucuna varmak ve bunları toptan çöpe atmak aklın, mantığın ve sağlam muhakemenin bir gereğidir.
Ancak bu tür kimseler, inatla ve ısrarla iddialarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa onlara itibar edilmemesi ve tarikatlarından/ cemaatlerinden/ oluşumlarından/ gruplarından uzaklaşılması gerekir. Artık Hz. Muhammedin rüyada görülebileceğini iddia eden “bu adamlara/ sahte şeyhlere/ yarım hocalara/ sözde akademisyenlere” güvenilmeyeceği, zira onların niyetinin iyi olmadığı veya başka amaçlarının bulunduğu sonucuna varılır.
Çünkü hâlâ böyle zavallıların peşinden gitmeye devam etmek, onların emirlerini harfiyen uygulamak, insanlara zulmetmek, cinayetler işlemek, kabul edilebilir şeyler değildir. Böyle tiplerin ahiret günü aldatıldıklarını söylemeye, ağlamaya ve sızlamaya hakları yoktur. Kaldı ki o gün onların yüzlerine bakılmayacak ve tezkiye de olunmayacaklardır. Zira bunlar zalimlerden olmayı kendileri tercih etmişlerdir. Çünkü bu tür şarlatanlara inanarak kısa yoldan cennete girmeyi ummuş, pek çok zulüm işlemiş, birilerinin maşası olmuş, şirke saplanmış, nifaka batmış, fâsık, mücrim ve müfsitlerden olmuşlardır.
Çünkü bu saf ve iyi niyetli olduklarını söyleyenler, ittiba ettikleri “o kâinat imamına/ tarikat şeyhine/ sözde hocaya/ babaya/ dedeye/ âyetullaha/ hahama/ papaza/ rahibe/ dinî kisveye bürünmüş din satıcısına” körü körüne bağlanmış, onları ilah edinmiş, bunun sonunda da korkunç cürümler işlemişlerdir. Bu bakımdan suçlamaları gereken sadece ve sadece kendileridir.
Örneğin işi saflığa vurduran bu kimselerin, şakirtlerini aldatmak için “rüyasında Hz. Peygamberle istişare halinde bulunduğunu, kendisi vaaz ederken içeriye Hz. Muhammedin girdiğini, vaazını dinlemeye geldiğini, o yüzden saygı gereği zaman zaman ayağa kalktığını, takkesini düzelttiğini söylediğinde, insanların dini duygularını istismar ettiğinde ve onları Yüce Allah ve Hz. Muhammed ile aldattığında” bu hoca kılıklı CIA ajanına şu soruları sormaları gerekmez miydi?
“Hocam! Sen sürekli Hz. Muhammedi rüyanda gördüğünü ve onunla istişare ettiğini söyleyip duruyorsun! Madem öyle, Hz. Peygamber senin rüyana geldi de neden hanımının ve damadının rüyasına girmedi? Onları hiç uyarmadı? Hz. Peygamberin bu ikazı olmadığı için de binlerce sahâbî birbirini öldürdü?”
Neden Hz. Muhammed, Cemel savaşı (36/656) öncesi on yıl aynı yastığı paylaştığı hayat arkadaşı Hz. Âişeye rüyasında görünüp de yaptığının yanlış olduğunu söylemedi? Onu hatasından vazgeçirmedi de bu savaşta on bin veya on iki bin sahâbî göz göre göre öldü? Oysa Hz. Âişe, ona en yakındı. Hz. Muhammedi devamlı olarak rüyada görmek mümkün idiyse Hz. Âişe neden onu rüyasında göremedi de savaşın olduğu yere kadar “devenin sırtında” taraftarlarıyla birlikte gitti ve savaşın yaşandığı geceye kadar o iddiasını sürdürdü? Her ne kadar o gece anlaşmaya varılsa ve taraflar o sabah ayrılıp gidecek olsalar da münafıkların/ fasıkların galeyana getirmesiyle sahâbe birbirine girdi ve birbirlerini öldürdü?
Hz. Peygamber eğer öldükten sonra da böyle tasarruflarda bulunabiliyor, ruhaniyeti ortalıkta dolaşabiliyor ve milletin rüyasına girebiliyor idiyse neden on yıllık hayat arkadaşının rüyasına girip onu uyarmadı da ashabının birbirini kesmesine seyirci kaldı?
Neden böylesine önemli bir konuda Hz. Muhammed susmayı ve rüyada görünmemeyi tercih etti? Bu olacak şey midir? Böyle bir zamanda rüyada görünmeyen Hz. Peygamber başka ne zaman rüyada görünecektir?
Aynı şekilde neden Hz. Muhammed Rakka yakınlarında Sıffin ovasında gerçekleşen Sıffin savaşı (37/657) öncesi Hz. Aliye rüyasında görünüp de Muâviyenin yaptığı hain planları söylemedi? Ve bu savaşta yetmiş bin veya yüz on bin sahâbî öldü? Oysa Hz. Ali, Hz. Muhammedin en yakınıydı; damadıydı; amcasının oğluydu ve ona ilk inananlardandı. Eğer onu rüyada görmek mümkün idiyse Hz. Ali, neden onu rüyasında göremedi de savaş öncesi gereken hazırlığı tam yapmadı? Kurulan kumpasları fark edemedi? Tuzakları bozamadı? Gereken tedbirleri zamanında alıp on binlerce sahabînin ölümüne engel olamadı? Neden Hz. Muhammed on binlerce kadının dul, yüzbinlerce çocuğun babasız kalmasına seyirci kaldı? Neden bu elem verici hâdiseye müdahale etmedi? Neden Hz. Aliye rüyasında görünmedi?
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, hem hanımının hem de damadının rüyasına girememiş ve onları uyaramamıştır. Bu gerçek, tarihen sabittir ve yaşananlar ortadadır.
Bu itibarla, eğer Hz. Muhammed böyle bir şey yapabilmiş olsaydı on binlerce müslümanın ölümüne de mani olurdu. Engelleyemediğine göre “o ikisinin” rüyasına girememiştir, ruhaniyeti ortalıkta dolaşmamaktadır ve halen kabrinde de canlı/ diri değildir. (Çünkü onun görevi Kurânı tebliğ ile tamamlanmıştır. Hz. Muhammedin ruhu, ruhlar âlemindedir. İkinci surun üfürüleceği ana kadar da dünya ile bağlantısı kopmuştur. Onun bağının kopmadığını ve devam ettiğini iddia edenlerin ve gelecekte de bu iddiayı sürdürecek olanların özellikle Cemel ve Sıffın savaşları konusunda ikna edici cevaplar verme mecburiyetleri vardır. Bu açıklamayı yapamayacak olanların lüzumsuz konuşarak daha fazla vebale/ günaha girmemeleri kendi lehlerine olacaktır.) Zira Kurânda ve sahih hadislerde haber verildiği üzere onun da diğer peygamberler gibi dünyada olup bitenlerden haberi yoktur. (Mâide, 5/117; Buhârî, 60/Enbiya, 8, 48 (IV, 110, 142); Tirmizî, 38/Kıyâme, 3 (IV, 532), nr: 2423; 48/Tefsir, 22 (V, 301) nr: 3167; Nesâî, 61/Cenâiz, 119, (IV, 117), nr: 2087; İbn Hanbel, I, 253) Çünkü Hz. Muhammed de diğer peygamberler gibi ölmüştür (Zümer, 39/30). Zira her nefis ölümü tadacaktır (Âl-i imrân, 3/185; Ankebût, 29/57). Dolayısıyla o, mezarında sağ filan değildir. Ortaya atılan tüm bu iddialar, Cahiliye paradigmasının İslâma sokuşturduğu Kurâna aykırı mevzû hadislerdir. Hangi Peygamberin daha üstün olduğu “yarışında” üretilen haberlerdir. Bunları delil olarak kullanıp milleti aldatanlar bunun vebalinden kesinlikle kurtulamayacaklardır.
Öyleyse bu hoca müsveddesine, onunla aynı zihniyeti paylaşan sözde sûfîlere ve körü körüne bunların peşinden gidenlere şu soruları sormak gerekir:
Ey hoca geçinen şarlatan! Eşinin ve damadının rüyasına girerek ashabının imdadına yetişmeyen, onların birbirlerinin boynunu vurmalarına engel olmayan Hz. Muhammed nasıl oluyorsa senin her vaazını dinlemeye geliyor?
Nasıl oluyor da sürekli seninle istişare halinde oluyor?
Senin CIA/ MOSSAD desteğiyle inşa ettiğin ve ABD/ İsrail lehine çalıştırdığın yüz yetmiş ülkedeki binlerce okulunun ve yurtlarının “arsasına bakmak için” yanına gelip sana manevî destek sağlıyor?
Senin müritlerinin kaydını tutuyor ve bazılarının üzerini çiziyor?
Senin mason olduğunu anlayarak sahte tarikatından/ camiandan/ hareketinden/ oluşumundan ayrılan, Allaha tövbe eden, yaptıklarına pişman olan akıllı adamlara Hz. Peygamber küsüyor?
Nasıl oluyor da senin süflî davan uğruna kamuoyu oluşturmak için tweetlerin ikiye katlanması talimatını veriyor?
Nasıl oluyor da olimpiyat stadına gelerek “müstehcen kıyafetlerle dans eden genç kızları” seyrediyor ve onları alkışlıyor?
Nasıl oluyor da nur/ ışık huzmesi şeklinde kamyonetin kasasına iniyor ve beyni yıkanmış/ uyuşturulmuş “haşhaşîlerine/ bonzaîlerine/ eroinmanlarına/ esrarkeşlerine/ bağımlılarına/ zombilerine/ mankurtlarına/ katillerine/ canilerine/ hainlerine” destek oluyor?
Heyhat heyhat!!! Hz. Muhammed senin CIA, MOSSAD, MI6 destekli davana nasıl oluyor da arka çıkıyor? Bu nasıl bir şeydir?
Bu, alenen Hz. Peygamberi istismar etmek değilse nedir? Bu, insanları Allah ile aldatmak değilse nedir? Bu, apaçık bir din bezirgânlığı değilse nedir?
Hâlâ bu din tüccarı, Hz. Peygamberi rüyasında gördüğünü, onun askerî darbeye yeltenen müritlerini cezaevlerinde ziyaret ettiğini, onlara manevî âlemde bayram namazı kıldırdığını, onlara moral verdiğini, haklı olduklarını ve sabretmeleri gerektiğini söylediğini, yeni baharların çok yakın olduğunu müjdelediğini, aynı şekilde Hz Yusufun da cezaevlerini dolaştığını, zindandaki “masumları (!!!)” ziyaret ettiğini, onlara manevî desteğini bildirdiğini söyleyerek terör örgütünün çözülmesini engellemeye çalışıyor.
Ne ilginçtir ki bu şeytanlaşmış adam, peşinden sürüklediği sefihleri hâlâ “rüyalarla” ve “Peygamberlerin ruhaniyetinin ortalıkta dolaştığı yalanlarıyla/ palavralarıyla” avutmakta ve kullanmaya devam etmektedir. [İşte bu tür hatalı düşünceleri savunan din adamlarının tamamı, rüyada Hz. Peygamberin görülebileceğini söylemeye devam ettikçe, onun kabrinde canlı olduğunu, salat-ü selamlara karşılık verdiğini iddia ettikçe, “şimdi ve gelecekte” bu ve benzeri şarlatanlardan kurtulmak asla ama asla mümkün olamayacaktır. Âyette de haber verildiği üzere bu tür yanlış fikirleri savunarak söz konusu zalimlerin elini güçlendirenlere, onlara lojistik destek sağlayanlara, sapık hareketlere payanda olanlara “belirli oranda günah” yazılmaya devam edecektir. (Yâsin, 36/12)]
Kanaatimizce bu ve bunun gibi adamlara inanmaya devam edenler büyük bir yanlışın/ hatanın/ gafletin içindedirler. Zira onlar, Kurânın şiddetle reddettiği bu zırvaları âyetmiş gibi sahiplenmiş, gerçeği araştırma zahmetine katlanmamış ve din bezirgânlarının peşinden koşmaya devam etmişlerdir. Bu tavırlarıyla da zımnen Kurâna hakaret etmişlerdir. Zira âyetlerin haber verdiği hakikate inanmamış, sahtekârlara güvenmiş ve Yüce Allaha din öğretmeye kalkışmışlardır. (Hucurât, 49/16) Bu nedenle Kurâna hakaret edenlerin ve Allahın ayetlerini yalanlayanların mahşer günü işleri çok zor olacaktır.
Görüldüğü üzere ortada bir yalanın olduğu açıktır. Acaba bu yalanı söyleyen ve Hz. Muhammedi kötü emellerine alet eden o alçak kimdir? Bu soruları sorarak o alçağı tespit etmek gerekmez mi? Hâlâ bu sahtekârın peşinden gitmeye devam eden saf/ sefih bir şakirdin/ müridin/ civanmerdin/ talebenin; “Aldatıldım, pişmanım, bilemedim! Oyuna geldim!” demesi ne kadar inandırıcıdır? Böyle birinin saf ve temiz kalabilmesi mümkün müdür? Kendisini uyaran din kardeşine “Höykürme ulan! Çemkirme! Git işine! Canımızı sıkma! Yoksa sonun çok kötü olur!” diyerek tehdit eden birisi ne kadar masumdur? Bize göre böyle birisi saf değil, peşine düştüğü zavallı gibi hain, alçak ve şeref yoksunun tekidir. Bunlara destek olanların tamamı da aynen onlar gibidir.
Aziz milletin ekmeğini yiyip, vergileriyle yapılmış okullarda okuyan, maaşını alıp milletini acımasızca arkadan hançerleyen bu namus fukaraları, Yüce Allahın adaleti gereği bu dünyada iken rezil olmuşlardır; ahirette de onları çok daha büyük bir rezillik beklemektedir.
Diğer taraftan bu şarlatanın ve onun gibi yarım hocaların iddia ettiği üzere ruh bedenden bağımsız hareket edemez ve sağda solda dolaşamaz. Ruh, sadece ölümle birlikte bedenden ayrılır. Sadece ölüm gerçekleştiğinde ruh geldiği yere geri döner (Bakara, 2/156; Arâf, 7/125) ve bu durumda beden cesede dönüşür. Rüya ve aşkın dinî tecrübeler/ üstün metafizik duygular esnasında bile ruh bedenden ayrılamaz. Eğer öyle olsa beden canlılığını kaybeder ve ölür. Oysa rüya esnasında bile ruh bedendeki varlığını sürdürmekte, bedenin canlı kalmasını sağlamakta ve görülen rüyadan “insan bedeni” etkilenmektedir. Aksi halde hoşa giden bir rüya esnasında erkek veya kadının ihtilam olmasını veyahut kâbus gören bir insanın boncuk boncuk terleyip titremesini izah etmek mümkün değildir.
Bu itibarla dünyada imtihan olan her insanın ruhu bu dünyadaki zaman ve mekânla sınırlıdır. Ruhun birlikte var olduğu bedeni dünyada bırakıp zaman ve mekânı aşarak “geçmişe ya da geleceğe gitmesi” ya da bedenden ayrılarak “sağda solda dolaşması” veya “öldükten sonra başka bir bedene geçmesi (tenasüh/ reenkarnasyon)” kesinlikle imkânsızdır. Bu tür iddialar, batıl dinlerden alınan ve İslâma yamanmaya çalışılan yanlış, sapkın, batıl ve boş itikatlardan/ inançlardan başkası değildir.
Ancak müttakî bir kulun ruhu, bedeninden ayrılmadan da “tefekkür, dua ve ibadet” esnasında “zihnen/ mânen” aşkın haller, yüksek manevî duygular ve farklı dinî tecrübeler yaşayabilir. Lakin bütün bu yaşadığı manevî haller sadece kendini bağlar; bu esnada yaşadığı coşkun duyguları “din/ kutsal gerçekler/ ilahi ilhamlar/ vahiy/ keramet” diye anlatıp satamaz/ dayatamaz/ savunamaz. Bir kısım sefihin yaptığı gibi; “Bunları ancak mehdî, seçilmiş insan, havassul-havas, kâinat imamı, gavs veya kutub anlar, avam anlayamaz” diyemez; böbürlenerek samimi din kardeşlerini küçümseyemez; sadece manevî kulluk tecrübesi olarak nakledebilir. Böyle müttakî bir kul, sadece şunu söyleyebilir: “Rabbe yakın olmak isteyenlerin böyle ulvî derecelere ulaşmaları her zaman mümkündür. O yüzden salihlerden olmak için Kurânın ve sahih sünnetin ilkelerine uygun bir dinî hayat yaşamak gerekir.”
İşte bu nedenledir ki, ölüm sonrası bedenden ayrılan ve melekler tarafından ruhlar âlemine götürülen bir ruh, “aklı kıt adamların” iddia ettiği gibi tekrar “berzah duvarını/ perdesini/ engelini/ barikatını aşarak” asla ama asla dünyaya gelemez. Ancak ikinci surun üfürülmesiyle bulunduğu yerden “eski veya misli bedenine” iade edilir. Çünkü ölen kişinin ruhu artık Allahın kontrolündedir (Zümer, 39/42) ve dünyaya geri dönmesi kesinlikle imkânsızdır. Nitekim Kurân, kıyamet günü ikinci surun üfürülmesiyle ruhların bedenlerle birleşeceğini (Tekvir, 81/7), herkesin teker teker Allahın huzuruna çıkıp hesap vereceğini (Enâm, 6/94), sonrasında sevapları ağır gelenlerin cenneti hak edeceğini, günahları ağır basanların ise cehennemi boylayacağını (Müminûn, 23/101-111; Arâf, 7/8-9; Zilzâl, 99/7-8) haber vermektedir.
Dolayısıyla ölmüş kişilerin ruhlarının zaman zaman dünyaya geldiği; şehitlerin, evliyanın ve asfiyanın ruhaniyetinden istifade edildiği; onların ruhlarından feyz ve ilham alındığı şeklindeki iddialar/ hezeyanlar/ zırvalar veyahut ruh çağırma seanslarıyla ruhların dünyaya gelip gittikleri şeklindeki “lakırdılar” tamamen içi boş söylemlerdir ve ciddi delillerden yoksundur. Bütün bunlar Câhiliye dönemi halk inanışlarının ve batıl dinlerin zırvalarının “uydurma rivayetler aracılığıyla” İslama sokulması, kussâs (kıssacı vaizler) tarafından yaygın hale getirilmesi ve tenkîd/ araştırma nedir bilmeyen cahil din adamları (Maide, 5/44, 63; Tevbe, 9/34) marifetiyle sahiplenilip savunulmasından başka bir şey değildir. Beşinci ve altıncı sınıf kitaplara doldurulmuş bu tür saçmalıklara “din” diye inananlar da neye inandıklarını araştırmadan inandıkları için kesinlikle suçludurlar. Zira Yüce Allah, herkese kullansınlar diye akıl gibi bir nimet bahşetmiştir. Bu nedenle aklını kullanmayanlar mesuldür; aklıselime düşman olanlar ise bunlardan çok daha fazla sorumludur.
Dolayısıyla ölülere ait ruhların birbirleriyle veyahut uykudaki dirilerin ruhlarıyla buluşması ve birbirlerinden “feyz ve ilham” almaları kesinlikle söz konusu değildir. “Ölen kimselerin ruhlarının birbirleriyle buluşmaları ve diledikleri gibi dolaşmalarının Allah nezdindeki derecelerinin büyüklüğüne göre olduğu iddiaları” tıpkı “kemale ermişlerin/ evliyanın/ salihlerin Hz. Muhammedi rüyada görebileceği, onların da bunu herkese söylemeyip gizleyecekleri” palavrasında olduğu gibi tam bir komedidir/ zırvadır/ saçmalıktır/ İsrâiliyattır. Tahrif edilmiş dinlerden alınarak İslama sokulmaya çalışılan “mitolojik muhtevalı” haberlerdir. Sözde sûfîlerin/ aklı kıt mutasavvıfların/ şeytanın oyuncağı olmuş cahillerin hüsnü kuruntularıdır. Bunların Kurân ve sahih sünnet ile zerre kadar alakası yoktur. Bu nedenle söz konusu bilgilerin kökenini sorgulamadan alıp nakledenler, bunlara körü körüne inananlar ve savunanlar kesinlikle mesul olduklarını bilmelidirler.
Özetle, yukarıda aktardığım bilgilerin tamamı bana göre mutlak doğrulardır. Elbette bunların doğrulanma veya yanlışlanma ihtimali de vardır. Yapıcı tenkitlerle bunların olgunlaşmasına katkı sağlayacaklara müteşekkir olacağımızı şimdiden ifade etmek isteriz. Ancak bizim bazılarının yaptığı gibi “Allah ve Peygamber böyle söylüyor!” diyerek Yüce Allahı ve Hz. Peygamberi istismar etmemiz, kendi düşüncelerimizi onlara söyletmemiz ve bunu birilerine din diye dayatmamız söz konusu değildir. Zira dileyen dilediği görüşü seçip almak da özgürdür; zaten herkes kendi savunduğu görüşün hesabını ahirette verecektir. Dolayısıyla “Bu adam, bu kadar kesin nasıl konuşuyor?” diyenlerin “tüm peygamberlerin açık sözlü” olduklarını hatırlamalarında yarar olacağı muhakkaktır. (Çünkü biz açık, net ve anlaşılır yazıyoruz/ konuşuyoruz ki, kimse sözümüzü bir tarafa çekmesin/ çekemesin. Sonra bir de oturup “Ben onu kast etmemiştim” gibi savunma yazıları yazmaya çok kıymetli zamanımızı harcamayalım. Öküz altında buzağı arayacak zavallıların eline malzeme vermeyelim.)
Bu nedenle bir kez daha şunun altını önemle çizelim ki, hiçbir kimsenin hayatında iken görmediği birisini rüyasında görmesi mümkün değildir. Hz. Muhammedi rüyada ancak ve ancak sahâbe veya yaşadığı çağda onu tanıyanlar görebilir. Onların haricilerindekilerin Hz. Muhammedi rüyalarında gördükleri iddiası zandır ve “zannın hiçbir zaman gerçeğin yerini tutması söz konusu değildir.” (Yûnus, 10/36) Ayrıca rüyada görülen şahısların, iddia sahiplerinin çok sevdiği ve peşlerinden gittiği “şeyhlerine/ hocalarına/ mürşitlerine/ kâinat imamlarına/ mehdîlerine” benzemesi ve her birinin “farklı farklı Peygamber portreleri çizmesi” Hz. Muhammedin rüyada görüldüğü iddiasının tamamen mesnetsiz/ sübjektif/ indî/ keyfî mütalaalar olduğunun apaçık bir delilidir. Dolayısıyla bu tür iddialara inanıp büyük yanlışlar yapmak, dine uzak insanları dinden soğutmak ve gayr-i müslimlerin İslam ile buluşmasının önüne engeller çıkartmak doğru değildir.
Sonuç olarak, Hz. Peygamberi rüyada görmek mümkün olmadığı gibi “marifet” de değildir. Müslümanlardan istenen ve beklenen; onu rüyada görmek değil, onun getirdiği Kurân-ı Kerîmin ilkelerini öğrenmek, onun sahih sünnetine ittiba etmek, bu kurallara uygun bir hayat yaşamak, İslâmı tüm dünyaya tebliğ ve temsil etmek, yeryüzünde barış ve adaleti sağlamak ve tüm dünyaya model olabilecek örnek davranışlar sergilemektir. Dolayısıyla böyle yapmayanların Hz. Muhammedi çok sevdikleri iddiası içi boş bir söylemden başka hiçbir anlam ifade etmemektedir. (28.10.2016)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN
Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi